NIETZSCHE AĞLADIĞINDA BEN GÜLÜYORDUM








8 Ekim 2017 Pazar

23 eylül 1945

o şimdi ne yapıyor,
şu anda şimdi, şimdi?
evde mi, sokakta mı,
çalışıyor mu, uzanmış mı, ayakta mı?
kolunu kaldırmış olabilir,
-hey gülüm,
beyaz, kalın bileğini nasıl da çırılçıplak eder bu hareketi!..-

o şimdi ne yapıyor,
şu anda, şimdi, şimdi?
belki dizinde bir kedi yavrusu var,
okşuyor.
belki de yürüyordur, adımını atmak üzredir,
-her kara günümde onu bana tıpış tıpış getiren
sevgili, canımın içi ayaklar!..-

ve ne düşünüyor,
beni mi?
yoksa
ne bileyim
fasulyanın neden bir türlü pişmediğini mi?
yahut, insanların çoğunun
neden böyle bedbaht olduğunu mu?
o şimdi ne düşünüyor,
şu anda, şimdi, şimdi?..

23 eylüL 1945 

22 Mart 2017 Çarşamba

İLK ÖYKÜ KİTABIM YAYIMLANDI

Merhabalar, uzun uğraşlar sonucu ilk öykü kitabım nihayet TESİRSİZ FIRTINALAR ismiyle ve HERDEM kitap etiketiyle satışa çıktı. Bu adresten kitabı inceleyebilirsiniz. YENİ KİTAP

Teşekkürler.

16 Şubat 2017 Perşembe

''Ölmek'' Oluyor Bazen Bir Daha Dönmemenin Adı

Uzun zaman olmuş gibi yine bir şeyler yazmayalı. ''Ölmek'' oluyor bazen bir daha dönmemenin adı. Ölmedim demek için yazıyorum bu yazıyı. Ama ölmekten beter zamanlar geçiriyorum bazen. Benimkinin sebebi fazla mutluluk. Çünkü aşığım bu aralar ve evleneceğim. Ama bazen öyle basit şeylerden öyle büyük kavgalar ediyoruz ki, vicdan azabından ölecek gibi oluyorum. Büyük acıları ölmekten beter diye nitelendirenler çok haklı bence. Geçmeyecek derin yaralar açıyor insanın yüreğinde bazı şeyler. Akabinde gelen pişmanlık duygusu ise iç parçalayıcı oluyor. İyi duygulardan türeyen çok kötü duygular bunlar gerçekten; çok kötü duygular...

10 Ağustos 2016 Çarşamba

İNSAN KAYNAKLARI

     Serkan Toksöz yeni işindeki beşinci gününde kendisini yine akıl almaz bir olayın içerisinde buldu. Aniden gelen iştahsızlık ile öğle yemeğine çıkmak istemediğine karar verdi. Ardından algıları yavaş yavaş kayboldu. Dış sesler, anlamsız kelime güruhları halinde kulak zarından geçip, tesirsizce beyninin algı duvarları arasında eriyip yok olmaya başladı. Her zaman yaptığı -eve giderken film alma- ritüeli oldukça anlamsız gelmeye başladı. Başının fena halde dertte olduğunu biliyordu. Sonunda duvardaki ortasında büyük mavi bir elmanın olduğu absürt postere bakarken sorunun ne olduğunu anladı: aşık olmuştu.

     Uzun zamandır fotokopi çekmeye her gidişinde insan kaynaklarının aralık kapısından Jale'ye attığı kısa bakışlar, ruhani anlamda benliğinin kıyılarında dolaşmasına sebep oluyordu. O tehlikeli sular, Jale'nin mavi gözlerinin derinliklerine dalması ile iyice derinleşti.  Bir an da hayattaki en büyük ikinci korkusu Jale olmuştu. İlkini ise kimse bilmiyordu.

     Serkan Tokgöz ağır adımlarla insan kaynaklarının kapısına yöneldi. O sırada Jale'nin uzun siyah saçları geriye doğru savruldu. Esen rüzgar Serkan Tokgöz'ün yüzünü yaladığında, kalbinin olduğu yerden adeta bir stadyum dolusu insanı coşturacak kuvvette bir davulun hızlı ritimleri duyuldu. Jale'nin mavi gözleri ile ilk defa bu kadar yakın buluştuklarının farkına vardığında, olduğu yere yığıldı. Jale bir süre Serkan Tokgöz'e baktı ve ardından telaşla odayı terk etti.

     Döndüğünde elinde tuttuğu iki bardak sudan birini hala yerde yatmakta olan Serkan Tokgöz'ün başından aşağı boşalttı. Sakince doğrulan Serkan Tokgöz bir süre dikkatlice Jale'nin yüzüne baktı. Jale'de aynı şekilde Serkan Tokgöz'e baktı. Elinde tuttuğu ikinci bardağı bir şey söylemeden uzattı. Serkan Tokgöz bardaktan ağır ağır iki yudum içti. Ardından fısıltıya yakın bir sesle, ''İlk defa böyle oluyor,'' dedi.


4 Haziran 2016 Cumartesi

MUHAMMED ALİ CLAY

     Yıllar önce çalınan bisikletinin hesabını sormaya karakola giden minik Cassius, polis amirinin karşısına dikilir ve onları bulduğu zaman çok kötü döveceğini söyler. Polis amiri hırsızları yakalamanın kendi işleri olduğunu ama çok istiyorsa şehirdeki boks salonuna yazılıp kum torbaları üzerinde stresini atabileceğini söyler. Minik Cassius öyle yapar ama bisiklet bulunamaz. Böylece yıllar sonra müslüman olup Muhammet Ali Clay adıyla anılacağı ve ağır siklet dünya şampiyonluğunu kazanacağı bir yola girmiş olur çalınan bisikleti sayesinde.
     İlk defa Avrupa'ya ünvan maçına gideceği zaman uçak korkusuyla tanışan Muhammet Ali işi neredeyse boksu bırakmaya kadar getirir. Tüm Amerikalılar adeta Muhammet Ali'yi ikna etme işine soyunurlar. Sonunda ünlü boksör kendince bir yol bulur ve bunun dışında oraya hiç bir şekilde gitmeyeceğini söyler. Bunun sonucunda o gün Amerika'dan kalkıp, Avrupa'ya giden uçağın yolcuları arasında yalnızca bir tanesinin sırtında paraşütle yolculuk etmesine izin verilir.
     Uçak korkusuyla yeni tanıştığı sıralarda yaptığı bir yorum ise Muhammet Ali'nin bu korkusunu alt etme yöntemi olsa gerek: ''Kelebek gibi uçarım, arı gibi sokarım.''
     Allah rahmet eylesin.


31 Mayıs 2016 Salı

TELEVİZYON

Serkan Tokgöz 1991 yılının oldukça mağrur bir gecesinde dünyaya geldi. Yedi yaşına bastığı sabah ise yine annesinin televizyona fazla sokulmaması uyarılarına kulak asmadı ve çizgili pijamasının katlamaya üşendiği sağ ayağının altında ezilen kısmını çiğneyerek televizyona doğru sokuldu. Annesi içerideki hareketlilikten ve kulağına çalınan televizyon sesinden şüphelendiği üzere mutfaktan seslendi, ‘’Televizyona fazla sokulma.’’ Serkan Tokgöz kafasını ağırca mutfak kapısına doğru çevirdi ve bir süre öylece kapı aralığına baktıktan sonra tekrar televizyona döndü.

O sırada iki sokak öteden gelen bir arabanın içerisindeki adam telefonunun şarjının bitmek üzere olduğunu fark etti. Tek eliyle kavradığı direksiyon üzerindeki hakimiyetine oldukça güvendiğinden diğer eliyle torpidoyu karıştırmaya başladı. Torpido ağzına kadar ıvır zıvırla doluydu. Aradığı şeyi bir türlü bulamıyordu. Adam gittikçe sinirlenmeye başlamıştı.

Serkan Tokgöz en sevdiği çizgi filme dalmış öndeki iki büyük dişine dilinin ucuyla dokunarak gülümsüyordu. Uçmaktan mahrum olmasına karşın uçan hemcinslerinden koşarak daha hızlı yol alan kuşu yakalamak için hain planlar geliştiren ve her defasında kendi kazdığı kuyuya düşen çakal ona oldukça komik görünüyordu.

Adam sonunda direksiyon hakimiyetini kaybetti ve çıktığı kaldırımda bir kediyi ezdikten sonra havaya yükseldi. İki takla attı, ardından Serkan Tokgöz ve annesinin yaşadığı evin duvarından içeriye dalarak çocuğun az önce oturduğu üçlü koltuğu paramparça etti. Meydana gelen toz bulutu yüzünden göz gözü görmesi mümkün değildi. Serkan Tokgöz kımıldayamıyordu. Televizyon ve arabanın ön tamponu arasında ilahi denecek bir mesafede öylece duruyordu. Mutfak kapısında beliren annesine döndüğünde annesinin hareketsizce kendisine baktığını fark etti. Oldukça yavaş denebilecek bir hareketle arkasına baktığında şöför koltuğundaki adamın da başı direksiyonda hareketsiz bir şekilde durduğunu gördü. Serkan Tokgöz ağırca olduğu yerden kalktı ve annesinin yanından geçerek mutfağa girdi. Geri döndüğünde elinde tuttuğu iki bardak sudan birini annesinin eline tutuşturdu diğerini şöförün yanına bıraktı ve yeniden televizyonun başına geçti. Annesinin dudakları mekanik bir hareketle aralandı ve fısıltıya yakın bir ses yükseldi, ‘’Televizyona fazla sokulma.’’ Serkan Tokgöz yeniden annesine döndü; bir süre baktı sonra biraz geri çekilmek istedi ama sırtı arabanın tamponuna değince omuzlarını silkti ve yeninden en sevdiği çizgi filmi izlemeye koyuldu.


21 Ocak 2016 Perşembe

NE ZAMANDIR YAZAMIYORUM

Ne zamandır bir şeyler yazamıyorum. Neden olduğunu ise bilmiyorum. İçimde hep dışarı çıkmayı arzulayan, iflah olmaz bir kelime güruhu yaşardı. Sanki ben bir şeyler yazmıyorum da, yalnızca onların içimden çıkmasına ön ayak oluyormuşum gibi olurdu. Kelimelere özgürlüklerini iade ettiğim bir biçimdi yazmak. Onlarla işim bittiğinde her biri ya bir arada anlamlı bir hikayenin parçalarını oluştururlardı ya da yalnızca tesadüfen bir araya gelmiş kelimeler topluluğu olurlardı. Şimdi ise hiç bir şey yazamıyorum. Kafamın içerisindeki sesler bir anda susuvermiş gibi... Hayal gücüm aldığı tek gidişlik biletle çok uzun bir tatile gitmiş gibi... İstediğim zaman bu yetiyi geri çağıramıyor olmam çok anlamsız gerçekten. Umarım bu anlamsızlık çok uzun sürmez.