NIETZSCHE AĞLADIĞINDA BEN GÜLÜYORDUM








27 Ekim 2010 Çarşamba

Evrende Yanıtlanmayı Bekleyen O Kadar Çok Soru Var Ki?

     Henüz marjinal olup ta Cnbc-e'deki dizilere tapmayan bir gençle tanışma şerefine nail olamadım.Gerçekten diyorum! Hal böyle olunca da insan düşünmeden edemiyor. Mesela, şimdi bir döneme damgasını vurmuş, köklü dizilerimizden Çiçek Taksi'yi ele alalım. Örneğin; bir Çiçek Taksi'yi Cnbc-e alsa ve uğraşıp da ona ingilizce dublaj yapsa, sonra bir de türkçe alt yazı eklese. Ne olurdu? O zaman da marjinal gençler şu muhabbetleri mi yaparlardı?
- Aaabi Cnbc-e de Yellow Taxi diye bir dizi var bitiyorum yaaa!
- Aynen aaabi bende Soundtracklarını download ettim hem i-phone'uma hemde i-pod'uma upload hesabı.
- Aaabi a.q nasıl bir duraktır o yaaa...
Hatta olay biraz daha abartılıp, facebooklarda, myspacelerde ilgi alanlarında bir Starbucks, bir Burger King ya da ne bileyim bir Sponge bob gibi paylaşılmaya laik görülürmüydü? Meraktan geberiyorum. Üç dilek dileme hakkım olsaydı üçünüde bunu öğrenmek için boşa harcardım. O derece yani. =)

     Neyse şimdi gelelim olayın bir diğer boyutuna. Sonra tekrar düşününce dedim ki, yani bunu Cnbc-e yapabiliyorsa, aynı şeyi Kanal D' de pekala yapabilir. Örneğin, bu kez de bir ''The Hause' u'' ele alalım. Kanal D bunu alsa ve dizide oynayan 60 yaşındaki adamın dublajını, 20 yaşındaki bir gence yaptırsa, ( Hep öyle oluyor değil mi, yaşlı adamları gençlere, gençleri yaşlılara falan seslendiriyorlar. Boktan bir seslendirme sistemi.) sonra onuda ''Prime Time'' dediğimiz en çok izlenen yayın saatine, yani ana haberden hemen sonraki 20.00 kuşağına koysa, bu kez de ''Fatmagül'ün Suçu Ne?'', ''Öyle Bir Geçer Zaman ki'' ya da ''Yaprak Dökümü'' izleyen marjinal olmayan ve son derece sade zevklere sahip vatantaşlarımızda, The Hause'u her hafta hiç kaçırmadan izlerlerde, daha sonra da annelerimiz, ablalarımız günlerde The Hause' dan ya da Dexter'dan konuşur muydu? Öyle olsaydı da bu kez de, muhabbetler bu mu olurdu ki?
- Ayol ne o çocuk öyle Dekstor mudur Davut mudur nedir? İyi mi kötü mü anlamadım herkezi öldürüyor?
- Dekstır kız Dekstır. Ay Neriman Abla allah seni bildiği gibi yapsın emi.
- Amaannn ne bileyim ben.
- Olsun kız ablaaaa ama yakışıklı çocuk dime?
- Ben bilmem beyim bilir.
Tamam tamam sonunu biraz abartmış olabilirim ama heralde buna yakın birşeyler olurdu.

     Ben onu bunu bilmem Çiçek Taksi' güzel diziydi. Hatta şarkısını mırıldanarak yazıya son vereyim. Telif hakkı ödemeden o kadar dizinin adını kullandım ne de olsa, bir kıyak yapayım. =) Çiçek taksi durağıııı burasııııııı. Taksinin rengi buğday sarısııııı.... =) Falan feşmekan...

24 Ekim 2010 Pazar

Bakış Açısı

1933 Yılında Nazilerin önderliğinde Adolf Hitler, Almanya’nın başına geldiği sıralarda beklide oda henüz bilmiyordu, bu başarısının tarih sayfalarına yazılan her satırının bu denli kana bulanacağını.
Hitler ‘’ Kavgam’’ adlı baş yapıtının birinci cildinde açıkça Yahudi ırkına olan düşmanlığını özetle şu cümlelerle belirtiyor: ‘’ …Yahudiler gelecekte yaratacağımız üstün alman ırkı için büyük bir tehdit oluşturmaktadır. Kökünden yok edilmelilerdir… ‘’ Tüm dünya bu düşüncenin sonucu olarak gaz odalarında boğularak öldürülen yüzlerce yahudiye yapılanları insanlık dışı bir vahşet olarak görmekte ve yıllardır kınamaktadır. Fakat; tüm dünya duruma bu açıdan bakarken, yaşanan bir olay sonucunda birde işe Nazilerin gözünden bakınca eminim bir çok insan da ‘’ Ama bunlarda haklı ‘’ demekten kendini alıkoyamayacaktır. Olay ise şudur: Gaz odalarında infazları gerçekleştikten sonra Yahudi cesetlerini toplamak için içeri giren nazi askerleri genelde hep aynı manzarayla karşılaşıyorlardı. Yukarıda kalan temiz havayı solumak ve bir süre daha hayatta kalabilmek için çırpınan insanların oluşturduğu, piramit şeklini andıran ceset yığınları. Ve bu ürkütücü manzara yalnızca bunla da kalmıyordu. Bu ceset yığını en üstte gençler, onun altında orta yaşlılar, onun altında ihtiyarlar ve en alt kısımda ise çocuklardan oluşuyordu. Durum her ne kadar insanlık dışı bir katliam gibi gözüküyor da olsa, nazi subaylarının o yıllarda konuya getirdikleri açıklamalardan bazısı şu şekilde: ‘’ Görüyorsunuz ya! Yahudileri öldürmekte ne kadar doğru bir iş yaptığımızı; bunlar öyle bir ırk ki, birkaç saniye fazla yaşayabilmek için kendi çocuklarını dahi ezmekten çekinmiyorlar. ‘’


Naziler bu sözleri elbette ki bir savaş propagandası olarak yaptıklarına kılıf uydurmak için söylemişlerdi. Bunun bugün ABD’nin Irak’a açtığı savaşta gerekçe olarak sunduklarından pekte bir farkı olduğunu söyleyemeyiz. Nihayetinde yapılan insanlık dışı bir katliamdır. Bu örnek gösteriyor ki; bakış açılarımızdaki farklılıklardan dolayı bugün dünya biraz daha az yaşanır bir yer olmuştur ve savaşlar, katliamlar, töre cinayetleri, abartılı sevinç gösterilerinin vazgeçilmezi maganda kurşunları vb. gibi kendimizi de, yaptığımız şeyleri de haklı gösteren ipe sapa gelmez bakış açılarına sahip olmuşuz. Belki bir gün herkez dünyaya aynı pencereden bakmayı öğrenir. Biliyorum, biliyorum imkansız bu. Zaten benimkisi de basit bir temenni. 

16 Ekim 2010 Cumartesi

OTOBİYOGRAFİ

6 yaşında hayatımdaki en önemli şey Game Boy'umdu ve en çok korktuğum şey sünnet olmaktı.
7 yaşında hayatımdaki en önemli şey ilk okul aşkımdı ve en çok korktuğum şey aşı olmaktı.
10 yaşında hayatımdaki en önemli şey Playstation'umdu ve en çok korktuğum şey onun bozulmasıydı.
12 yaşında hayatımdaki en önemli şey önlükten kurtulmuş olmamdı ve en çok korktuğum şey şuan hatırlamadığım bir şeydi.
15 yaşında hayatımdaki en önemli şey rock müzik dinlemekti ve en çok korktuğum şey okuldan atılacak olmamdı.
17 yaşında hayatımdaki en önemli şey taksimde sokaklarda sabahlamaktı ve en çok korktuğum şey anayollardı.
18 yaşında hayatımdaki en önemli şey anarşizm,bira ve Fight Club'tı ve en çok korktuğum şey ÖSS idi.
19 yaşında hayatımdaki en önemli şey o kızdı ve en çok korktuğum şey onu kaybetmekti.
20 yaşında hayatımdaki en önemli şey üniversiteydi ve en çok korktuğum şey ev sahibi hacı amcaydı.
22 yaşında hayatımdaki en önemli şey hayatın ta kendisiydi ve en çok korktuğum şey işsiz kalmaktı.
23 yaşında hayatımdaki en önemli şey özgürlüktü ve en çok korktuğum şey düşünmekti.
24 yaşında hayatımdaki en önemli şey gelecek ve en çok korktuğum şey gelecek.

0 yaşından 24 yaşına kadar hayatımdaki en önemli,en önemli şey ailemdi ve en çok, en çok korktuğum şey onları kaybetmekti.

13 Ekim 2010 Çarşamba

KÜÇÜK KIRMIZI ŞEKERLER

     Küçükken bayram gelecek diye mutluluktan havalara uçardım çünkü biliyordum ki bayram demek renk renk şekerler demekti.
     Bayrama 1 hafta kala babam elinde tam bir poşet şekerle eve gelirdi bende bir an önce bütün şekerleri avuçlamak isterdim. Ama babam sadece bir avuç almama izin verirdi ve bayram için saklardı onları. Bende küçücük avuçlarımı olabildiğince açar, poşete daldırırdım, ama o kadar küçüklerdi ki sadece 5-6 tane şeker tutabiliyorlardı. Bu bile sevinmeme yeterdi, sonra hiç kırmızı şeker alamadığımın farkına varıp ağlardım, çünkü ben en çok kırmızı olanları severdim. Onlar hem güzel kokardı hem de çilekliydi. Sonra bayram gelirdi...
      Sabah erkenden kalkıp şeker toplamaya başlardım bayramın son günü geldiğindeyse artik babamdan bile daha çok şekerim olduğunu fark ederdim ama bunu ona söylemezdim, çünkü beni kıskanıp üzüleceğini düşünürdüm.
      Sonra bütün şekerlerimi önüme alıp kendi kendime söz verirdim bir daha ki bayrama
 kadar hepsini az az yiyip hemen bitirmeyeceğime dahi ve daha sonrada kırmızı olanları bir kenara ayırır kalanları bir torbaya koyduktan sonra, küçük kırmızı şekerlerimle biraz daha konuşurdum, ama bayramdan 3 gün sonra bütün sekerlerim yarıya inerdi. Tabi annemde dişlerimi çürüteceğim diye onların hepsini alırdı. Bende ağlardım, ama o gittikten sonra göz yaşlarımı çabucak temizlerdim, çünkü annemin bilmediği bir şey vardı. Kırmızı şekerlerimi başka yerde saklıyordum. Sonra onlarda gitmesin diye hepsini hemen yerdim sonra küçücük avuçlarımda biriken su damlalarından başka elimde bana ait hiçbir şey kalmadığını fark ederdim.
     Artik hiç şekerim kalmamıştı. Ama yinede mutluydum, çünkü bir dahaki bayram bunun tam iki katini toplayacaktım.
     Bir daha ki bayram geldiğinde sadece yarısı kadar toplayabildim. Sonra daha az, daha az ve derken, sonunda hiç.
     Büyümek git gide daha eğlencesiz bir hal almaya başlıyordu. Sonralar ne getirir bilinmez ama şimdiden duam bu olsun geleceğe dair. Allah'ım büyüyünce en ciddi sıkıntım bu olsun yani, hayatım sadece şekersiz olduğu kadar eğlencesiz olur inşallah. Amin.

21.09.2005

     Geçen gün bilgisayarımdaki arşivleri karıştırırken bu yazıya rastladım. Kırmızı şekerleri yazdığımdan bu yana tam 5 yıl geçmiş ve ben henüz yirmili yaşların ortasına dahi gelmeden bir çok sorunla boğuşur olmuşum. Sonralar ne getirir bilinmez ama umudunu hiçbir zaman kaybetmemeli insan. Bu yüzden de, şimdiden duam bu olsun geleceğe dair.Allah'ım büyüyünce bundan daha ciddi sıkıntılarım olmaz inşallah. Amin.

25.09.2010

     Bugün bu yazıyı bir kez daha okudum. Yine beş yıl geçmiş aradan. Zaman da ne çabuk geçiyor değil mi? 2010 Yılı sonlarında gerçekten çok büyük badireler atlatmıştım. Eminim daha büyük sıkıntıları atlatmak zorunda kalanlar da vardır. Bu yüzden o zaman ki duam daha kötüsünün başıma gelmemesini temenni etmek olmuştu. Şu an tuhaf bir şekilde her şey ancak benim olabileceğini düşleyebileceğim kadar iyi gidiyor. 2010 Yılı adeta her ''Fırtınanın ardından gelen sessizlik'' teki o fırtınaydı, O yıldan sonraki beş yıl içerisinde bütün sular duruldu. Şimdilik her şey yolunda gidiyor. Bu gün yine dua edeceğim geleceğe dair: Allah'ım bu yaştan sonra buna büyümek mi deniyor yaşlanmak mı bilemiyorum ama, bugünden ne daha fazla mutluluk ne de daha az üzüntü istiyorum. İkisi de olsun. Şuan ki kadar olsun. İnşallah daha fazlası olmaz. Amin.

27.11.2015

9 Ekim 2010 Cumartesi

İstanbul Kitap Fuarı ( Şeref Konuğu İSPANYA )

Evet arkadaşlar bu yıl 29. düzenlenecek İstanbul Kitap Fuarı 30 Ekim - 6 Kasım 2010 11:00-20:00 saatleri, kapanış günü 7 Kasım 2010 tarihinde ise 11:00-19:00 saatleri arasında ziyaret edilebiliyor.
Merak edenlere hemen söyleyim giriş öğrencilere ücretsiz, ama zaten normalde de 5 tl.
Ayrıntılı bilgi elbetteki internette ve Bu Adreste var. Biz yinede kısaca neler var bu fuarda hatırlıyalım.
Daha henüz site yapım aşamasında, yani gün gün programı ve imza günleri gibi etkinlikleri şimdilik göremiyoruz ama yakında yayınlanacaktır. Gelişmeleri şuradan takip edebilirsiniz.

Onur Konuğu: İspanya

Dört gün sürecek etkinlikler kapsamında başta Modern İspanyol edebiyatının önde gelen yazarları olmak üzere söyleşi, dinleti, panel, müzik ve dans performansları düzenlenecek.

İspanyol edebiyatının en gözde yazarlarından biri olan Julio Llamazares, İspanya’nın en prestijli ödülü Planeta’yı kazanan Soledad Puertolas ve kitabında göç eden ve büyük sıkıntılar yaşayan kadınları anlattığı romanıyla Planeta Ödülü’nü kazanan yazar Angeles Caso İspanya’dan gelmesi netleşen yazarlar arasında. Yazarlar söyleşilerle Türkiye’den okurlarıyla buluşacak.

İspanyol edebiyatının en gözde yazarlarından biri olan Julio Llamazares, İspanya’nın en prestijli ödülü Planeta’yı kazanan Soledad Puertolas ve kitabında göç eden ve büyük sıkıntılar yaşayan kadınları anlattığı romanıyla Planeta Ödülü’nü kazanan yazar Angeles Caso İspanya’dan gelmesi netleşen yazarlar arasında. Yazarlar söyleşilerle Türkiye’den okurlarıyla buluşacak.

Söyleşilerin yanı sıra Onur Konuğu İspanya, 30 Ekim 2010 Cumartesi günü açılış töreni sonrasında Flamenko’nun önemli temsilcilerinden Manuel Reina ve grubu Tato Bato ile İspanyol müziğini Türkiye’den ezgilerle buluşturan bir konser verecek.

Uluslararası Salon ve Profesyonel Etkinlikler

Uluslararası Salon fuarın ilk dört günü 30 Ekim-2 Kasım 2010 tarihleri arasında yurt dışından çok sayıda yayınevi, telif ajansı, çevirmen ve yazar konukların katılımıyla gerçekleşecek. Salonda “Onur Konuğu: İspanya” standının yanı sıra Almanya, Fransa, Romanya, İstanbul’da bulunan Avrupa Kültür Merkezleri ve İtalya’dan çok sayıda yayınevi katılacak.
 
 Zagor’un Babası Efsanevi Çizer 29. İstanbul Kitap Fuarı’nda

Kapılarını 30 Ekim 2010 Cumartesi günü kitapseverlere açmaya hazırlanan 29. İstanbul Kitap Fuarı önemli çizerleri konuk edecek. Zagor’un efsanevi çizeri Gallieno Ferri ve İtalya’nın önde gelen çizerleri Kitap Fuarı kapsamında Türkiye’den okurlarıyla buluşacak. Gellieno Ferri'nin yanı sıra İtalya’nın önemli çizerleri başta Gallieno Ferri olmak üzere Gianfranco Manfredi, Moreno Burratini, Marco Verni, Graziano Romani,  Laura Scarpa, Marcello Toninelli, Diego Cajelli, Riccardo Burchielli ve Marco Schiavone  6 Kasım 2010 Cumartesi günü İstanbul Kitap Fuarı’nda düzenlenecek söyleşide okurlarıyla buluşacak

GEÇEN SENEYİ BİR HATIRLAYALIM
Bilenler bilir. Geçen sene çok sayıda ünlü yazar konuk olmuştu 28. İstanbul kitap fuarına.İmza ve Söyleşilere katıldılar. İsterseniz bunları bir hatırlayalım. Türkiyeden; Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü İlber Ortaylı, Nihat Behram, Doğan Cüceloğlu,Doğan Hızlan,Erol Göka,Nihat Hatipoğlu,Üstün Dökmen,Buket Uzuner,Nazan Bekiroğlu,Erdal Sarızeybek,Mario Levi,Ahmet Ümit,Atillâ Dorsay,Elif Şafak, Murathan Mungan,Alev Alatlı,Sunay Akın,Feyza Hepçilingirler,Bahadır Baruter,Ayşe Arman,Ayşe Kulin,Can Dündar,Cevat Çapan,Deniz Erbulak,Enver Aysever,Erdil Yaşaroğlu,Küçük İskender,Metin Arat, Met Üst,Selim İleri,Vedat Türkali,Yekta Kopan... insanın daha ne olsun diyesi geliyor değil mi? Yabancı yazarladan da çok sayıda katılım vardı elbette ama bunlardan sadece birinin ismini hatırlasak yeterli geleceğini düşünüyorum.


Bu sene kimlerin katılacağını hayal bile edemiyorum. İstanbullular bu yaklaşık bir haftalık süreç içerisinde edebiyata fazlasıyla doyacaklardır. Tam bir edebiyat şöleni bizleri bekliyor. Konuyla ilgili olan arkadaşlara kaçırmamalarını öneririm.

ULAŞIM

Alana ulaşım İstanbul Büyükşehir Belediyesinin Tahsis ettiği servislerle, belirli noktalardan ve her yarım saatte bir sağlanacak. detaylı bilgiyi Şuradan edinebilirsiniz.

FUAR MERKEZİ


TÜYAP FUAR ve KONGRE MERKEZİ, E – 5 Karayolu, Gürpınar Kavşağı 34522 Büyükçekmece - İSTANBUL
Tel: 90 (212) 867 11 00 - Faks: 90 (212) 886 93 99


6 Ekim 2010 Çarşamba

Bir İnsanı Mutlu Etmenin Verdiği Büyük Haz

     Yoksa zehr olur bu tatlı hayat bir insanı mutlu etmezsen ve ona birini mutlu etme fırsatı vermezsen.
    
     Bu yazıyı yazmak istedim, çünkü Gözde diye bir arkadaşınız varsa ve hani birine bakıp ''Keşke sen de benim senin gözlerinde gördüklerimi görebilseydin'' diye yüzüne söylemek isteyeceğiniz, fakat bunu asla dile getiremeyeceğiniz türden bir arkadaşınızsa bu; gece yapılan sohbetlerde bir haylı karmaşık olabiliryor.

    Şimdi Gözde bu yazıyı okuyunca soracak elbette, ''Neden'' diye. Bu soruya bu gece bir kez daha yanıt verememek istemediğimden, şimdiden yanıtlıyorum. Çünkü Gözde, herkezi bıkmadan usanmadan dinleyebilecek ve onlara mantıklı ve kendinden beklenmeyecek ölçüde olgun çözüm önerileri sunabilecek,( Buraya dikkat gecenin 01.00 inde bile ) yani kısacası arkadaşlarına, çevrelerinde bulunduğu için kendilerini şanslı hissettirebilecek biri. Şimdi biz insanların kusursuz olmadıklarını biliyoruz. Öyleyse soru şu:  Gözde gibi birinin kusuru ne ola ki ? İşte Gözde'nin sorunu bütün bunları kendi için uygulayamaması arkadaşlar.

     Evet az önce yaptığımız terapi havasındaki karışık geyik sonucunda bayağı karlı olduğumu söyleyebilirim. Kendime duyarlı bir eleştirmen edindim. İki konuda daha yardım aldım. Biraz dertlerimi dinlettim biraz çözüm buldum, biraz tevekkül derledim. Dediğim gibi benim açımdan durum çok parlak. Peki Gözde açısından durum nedir? Bilmiyorum ki ? :) Ama bir tahminde bulunabilirim sanırım. Bu yazıyı okuyunca ve sonunda bana bir iyilik yaptığını fark edince oda mutlu olacaktır. Çünkü o bunu kendi için bir mutluluğa dönüştürebilecek güçlü bir kız. Biz buna '' Bir insanı mutlu etmenin verdiği büyük haz '' diyoruz.

     Öneri: Gözde gibi biriyle hala tanışmadıysanız, evet kendinizi kötü hissedebilirsiniz. =)

1 Ekim 2010 Cuma

Göreceli Bir Tercih

     Yan yana bekleyen iki tranvaya doğru yürürken, yolda gördüğünüz alımlı bir bayan, bir anda ona daha fazla bakabilme arzusu ile sırf o soldaki tranvaya bindi diye, sizinde sağdakine binme hakkınızı elinizden alabilir...

      01.10.2010
Zeytinburnu/İstanbul