NIETZSCHE AĞLADIĞINDA BEN GÜLÜYORDUM








23 Aralık 2010 Perşembe

BİR KEDİ MİYAV DEDİ MİNİK FARE KÜKREDİ

     Son zamanlarda ağaçta kalan kedinin haberi nedense yapılmaz oldu. İmaj değiştirip ağca yeniden mi çıksa? Bir de şansını öyle denese. Mesela kulaklarının arkasına meç attırsa. kuyruğunu yeşile boyatsa. Yada Sn. Başbakanın karşısına çıkıp anamız miyavladı aylardan da mart değil ne iş? dese. Polemiklere konu olsa. Sonra ağaca çıkıp beklese. Haberi yapılır mıydı? Yapılsın yapılsın.
    
     Seçimler,Davos, Ergenekon, Balyoz, Referandum, Obama, Küresel Kriz, Ulusal Kriz, Taş Atan Çocuklar, Terörizim, BDP falan derken; Ne olduysa bizim kediye oldu.
    
     Alıp başını kaçtın mı bu diyarlardan kedi? Gitsen bile kim seni haksız bulabilir ki? Ama yinede, seni çok özledik ağaçta kalan kedi. geri dön ne olur artık!

19 Aralık 2010 Pazar

Bir Giz'in Açıklığa Kavuşturulması ( GENÇ OSMAN )

      Osmanlı padişahlarının 16. sı, 1. Ahmed'in oğlu 2. Osman; nam-ı diyar Genç Osman.
    
      Bilinenin aksine Genç Osman dediğin hiç bir zaman bir küçük uşak olmamıştır, ne de beline ibrişim kuşak bağlamışlığı vardır. Türküde geçen Genç Osman hikayesine türkü yakılan sıradan bir askerdir.
    
     Genç Osman 1618 yılında, henüz 14 yaşında iken tahta çıkıyor. Fakat, yeniçeriler yaşından ötürü savaşlar esnasında Genç Osman'ı pek fazla takmıyorlar. Tabi bizim Genç Osman o yaşlarda tam bir deli kanlı. Gençliğin verdiği enerjiyle mangalda kül bırakmıyor. Yeniçerilerin bu fütursuz davranışlarını olgunlukla karşılamak yerine, tam da yaşının gerektirdiği şekilde onları karşısına alarak ve bam tellerine dokunacak her türlü ters davranışı sergileyerek karşılık vermeyi seçiyor.

     Normal de Osmanlı'da savaş sona erdikten sonra, askerlerin kesip getirdikleri başlar belli bir ücretle ödüllendirilirdi. Genç Osmani yeniçerilerin getirdiği kafalara 1 kuruş 2 kuruş gibi bedeller biçerek askerlerin heveslerini kırarak başlıyor işe. Daha sonra yine normal de sabah sayımlarında subaylar sayımı yapıp padişaha bildirirlerken, Genç Osman sayımları yaparak bu kezde Subayları takmadığını gösterir gibi yeni çerilerin sabırlarını damla damla taşırıyordu.

     Elbette bardağı taşıracak son darbe ve kendi sonunu hazırlayacak hareket tedbirli kıyafet sokağa çıkarak yeniçerilerin ne yaptıklarını kontrol etmeye kalkışması olacaktı. Bu hareket yeniçerilerin gözünde sokağa inen padişahı normal bir halk yapmaya yetecekti ve onu sıradanlaştıracaktı.

     Artık yençerilere hiç güveni kalmadığını açıkça ortaya koyan Genç Osman için ölüm fermanı yazılmıştı. Geri dönüşü olmayan bir yola girilmişti yeniçeriler ve Genç Osman arasında.

     Yeniçeriler padişahı öldürme planları yaparken, Genç Osman'da aynı zamanda yeni çeri ocağının aşırı kalabalıklaştığını ve çok fazla para yediklerini ileri sürerek, teşkilatın kapanması gerektiğini öne sürer ve iki tarafta son kozlarını oynar.

     Ve yeni çeri darbesi başlar. Başarılı olur.

     Ele geçirdikleri padışahı, kötü bir at üzerine, kavuksuz şekilde oturtarak şehirde halkın arasında, adeta bütün bir tarihin ibret alması ve kendilerine bulaşılmasının cezasının ne olacağını ispatlarcasına gezdirmeye başlarlar. O dönemde bir padişahı kötü bir ata bindirmek ve özellikle kavuksuz halka göstermek en aşşağlayıcı hareketlerden biriydi. Bu sahne o dönem yapılan resimlerle de sabitlenmiştir.

     Yeterince aşağalandığına ve ibret olduğuna kanaat getirilen Genç Osman, yeniçeriler tarafından infaz edilmek üzere Yedikule Zindanları'na götürülür. ve bilinenin aksine Genç Osman'a tecavüz edilmez. Boğularark öldürülür. Böylece Genç Osman macerasını 18 yaşında tamamlamış ve bedelini canıyla ödemiş olur.

17 Aralık 2010 Cuma

İnsandan Uzak Herşey Mükemmelde Başlıyor.

 " Bir kar tanesi için hammadde olarak bir tane toz, pek çok buz ve bol miktarda hava gereklidir. Toz karalardan, buz denizlerden, hava atmosferden gelir; işlem ise bulutlarda yürür.

Kar tanesinin yapımı, mikroskopik bir toz zerresinin etrafında başlar. Bu arada bulutun içinde sıcaklık donma noktasının altındadır; hava ise fazlasıyla suya doymuş durumdadır. 

Toz zerresi, etrafındaki havadan buz zerrelerini toplamaya başlar.

Böylece, adım adım, kristaller inşa edilir bulutların derinliklerinde.
Bu kristallerin kimi sütun şeklinde prizmalara, kimi incecik iğnelere, kimi özenle yapıLmış şiltlere benzer. O yapılardan herbiri, farklı sıcakLıkLarda ve farkLı nem oranLarında ortaya çıkar.
Bu kadarı sadece bir başlangıçtır.

İncecik kristaLLer, etraftan buz toplamaya devam eder.
Derken koLLar uzanmaya başlar kristalin altı ayrı yönüne doğru.

Ağaçlar ağarır göklerin derinliklerinde.

Saydam ağaçlardan, saydam daLLar uzanır. Sanki herbir dal diğerinden haberdarmış gibi, hepsi birden ayrı yönLere doğru, fakat aynı hızda, aynı biçimde uzanır. OnLar birbirinden haberdar oLmasa da, onları inşa eden, herşeyden haberdardır.

Fakat bu, yeryüzündeki ağaçların “içten dışa büyümesi” gibi bir büyüme değildir. Gökyüzünün ağaçLarı, üzerLerine konan buzLarLa büyür. Bu, üzeri toz tuta tuta büyüyen ve sanatkârâne bir şekiL alan bir bibLoya benzer. Bizim etrafımızda böyle bibLolar hiçbir zaman görüLmez; ama donma sıcakLığının altındaki bir buLutun her metreküpünde bu işlemin binlercesi bir arada yürümektedir.
KristaLLerin gövdelerinden uzanan daLLarın kendileri de etrafa daha küçük daLcıkLar uzatır.

Böylece kristaLLer kristaLLere eklenir. Herbiri eL yapımı kristaLLerin bazan onLarcası, bazan yüzlercesinden bir kar tanesi inşa ediLir. Bu inşaat sırasında tuğLa oLarak milyarlarca, hattâ kar tanesinin büyüklüğüne bağlı olarak, triLyonLarca buz molekülü kullanılmıştır.
Kar taneleri mükemmel geometrik şekilleriyle adeta gökyüzü çiçeklerine benziyor.Bir tanesini bile en dahi mimar dakikalarca uğraşmadan çizemeyeceği halde,Allah milyarlarcasını her saniyede şekillendirip,eşit ağırlıklarda kesip yeryüzüne gönderiyor.

Ingiliz bilim adamı 24 bin kar tanesi üzerinde yaptığı araştırmada hiçbirisinin birbirine benzemediğini ve hepsinin harikulade motiflerle süslendiğini görüyor ve sonunda şu kanıya varıyor ;
Dünyanın yaratılışından bu yana yağan kar tanelerinin hiçbirisi birbirine benzemiyor.



Yağmur ve kar,fırtınalı havalarda dahi yağarken birbirleriyle çarpışmaz.Eğer çarpışsalar yeryüzüne gelinceye kadar dev kütleler oluşturup bizlere zarar vereceklerdi.Bu da kütlelerinin en hassas terazilerin ölçemeyeceği hassasiyette birbirine eşit olduğunu gösteriyor. "


 İnsandan uzak herşey mükemmelde başlıyor. Kar'ın oluşumu gibi. Biz mükemmeli elimize geçtiği andan itibaren aza indiriyoruz. Yaparken yıkıyoruz. Sahiplenirken tutsak ediyoruz. Ve severken parçalıyoruz. En çok da unutkanız. Hatırlamak için çok zamanımız olması umuduyla..



0542-0532-0555 Fark Eder mi?

     Siz sürekli hatlarınızı değiştirin tamam mı?. Değiştirin ki; ben bıkmadan usanmadan rehberimdeki numaranızı tekrar,tekrar ve tekrar değiştireyim. rehberde değişiklik yapmaktan telefon bozulcak yahu. Liseden beri aynı hattı kullanan bir abone olarak 3 ayda bir hatların değiştirilmesi benim açımdan gerçekten de evrende yanıtlanmayı bekleyen sorulardan bir tanesi oldu. Hem de, sadece bu alanda faal olan 3 tane şirket varken bu denli sık hat nasıl değiştirilebilir anlam vermek olanaksız.
     Yok liseye giden gençleri anlıyorum hoşlarına gidiyor böyle şeyler tabi birde ekonomik boyutu var olayın. Nerede  indirim var gençler orada mecburen.Bu tamam da. Koca koca adamlar, bayanlar olmuşsunuz madem, ayıptır diyorum.
     iş bu yazı bu olaya gösterilmiş bir tepkiden ibarettir.

7 Aralık 2010 Salı

Gölge İnsanlar

Hiç kimse onlarla göz göze gelmek istemez.Hiç kimse onlarla konuşmak,asansöre binmek veya yan yana oturmak istemez.Dünyada çok iri olmasına rağmen görünmez olan tek canlı obez insanlardır!Şişmanlar, dünyada insanların en çok utandığı kardeşleridir. (*)

Bazen beyindeki hipotalamus' un, ( doygunluk hissini veren bölge ) yani iştah denen canavarın beyindeki sarayının çalışmaması sonucu doyduğunu bilemez insanlar. Bu da bitmek bilmeyen bir iştah durumuyla kişinin başta sabır olmak üzere bir çok erdemini kaybederek, açlığına yenik düşmesine sebep olur. Ve kaçınılmaz son olarak obezite meydana gelir.

Buda gösterir ki; Obezite: kişinin iradesiz oluşunun aksine, büyük oranda bir hastalıktır.

Belki karanlıkta kalan kardeşlerimizde güneşten nasibini alır ve bu yazı üzerine biraz daha aydınlanan arkadaşlar da duruma gereken hassasiyeti gösterirler diye umut ediyorum


(*) Buket Uzuner, Yolda, Turkuvaz Yayınları, Syf. 121, 2008