NIETZSCHE AĞLADIĞINDA BEN GÜLÜYORDUM








13 Kasım 2015 Cuma

TABLO

Çölüne düşen bir su damlası olmalıydım
Fırtınana hasret bir sandal
Senin savaşının orta yerinde masum bir çocuk
Bütün bunlar olmalıydım işte

Ancak o zaman hüzünlü bir resme bakan
Hüzünlü biri görebilirdi ikimizi.

6 Kasım 2015 Cuma

KEMAL'İN KISA ÖYKÜSÜ

Kendi yaptığı espiriye, yalnızca kendisi normalden fazla denilebilecek bir süre boyunca kahkaha attı. Ardından bir ''Oh,'' çekti. Sustu. Oturduğu sandalyenin yanında kolunu dayadığı masadaki bir toz tanesine daldı bakışları. Az önce keyifle gülen yüz hatları bir anda kedere boğuldular. Giden yıllar geri gelmiyordu şüphesiz. Yüzüne çöken hüzün artık eski günlerin çok geride kaldığını anlatıyordu. Bazen yüzüne taktığı maske düşünce görebilmek mümkün oluyordu bu durumu. Radyoda çalan bir parça kesmişti nefesini keser gibi kahkahasını. Ahmet Kaya, ''Hep sonradan gelir aklım başıma, hep sonradan...'' diyordu.

Eskiler anlatırdı; çok ihtişamlı bir hayat sürmüş Kemal Bey. Son model arabalar, bitmek bilmeyen yaz tatilleri, bırakılan yüklü bahşişler derken sonunda paralar suyunu çekmiş. Önce en yakınındaki dostları terk etmiş. Şimdi sorsan ''Hiç biri dostum değilmiş,'' diyor. İşte ''Hep sonradan...'' Sonra sadık olan çalışanları gitmiş. Aslında gitmemişler, kendisi azat etmiş onları, başlarının çaresine bakmaları için. Hiç umut görmüyormuş çünkü. Karısı terk etmezmiş bir tek fakat onu da parayı bulunca başka kadınların sevdasına kendisi terk etmiş.

Kimsesi olmayan her adam gibi o da acılarını gizleyen bir maske taşıyordu yüzünde. Gururu el vermiyordu acınacak halde olduğunu dışarıya haykırmaya. Kaybettiğini, zaaflarına yenik düştüğünü bir türlü dili varmıyordu söylemeye. Hissettiklerini anlatacak bir kaç basit kelime ağzının içinde birikirdi de onlara bir türlü özgürlüklerini vermezdi,  Yani, bir zamanların Kemal Bey'i şimdi yalnızca Kemal olarak oturuyordu karşımda. Ben Kemal Abi diyordum. Buradan çıkınca ya toz tanesi ya da bu parça yüzünden kendisini vuracaktı. Aslında sebebi bu tükenmişlik olacaktı ama Kemal Abi bunu asla kabul etmezdi.


2 Kasım 2015 Pazartesi

SENDEN NEFRET EDİYORUM

     Sadece birkaç gün önce kadınların gurursuzluğunun en az erkeklerde olduğu gibi ayaklar altına alınabileceğine şahit olmuştum. Bana bunu gösteren kadın ile caddede yan yana geldiğimizde kalbinin oldukça kırık olduğu anlamıştım. Paramparça edilmişti. Umutsuzluğu ise, en derinlerde acı çekmesine sebep sessiz çığlıklardan ziyade, akşam üstü trafiğinin gürültüsünü bastıracak türden dışa vurduğu yardım çığlıklarına dönüşmüştü. Caddenin üzerinde tüm gücüyle bağırıyordu: ''Senden nefret ediyorum.''

     Bahanesi yoktu. Acısını bastıracak teselliler aramıyordu. Hakikatten çalmıyor, yalan söylemiyordu. Bir cümleye sığdırdığı yaşanmışlığı tüm samimiyetiyle evrene haykırıyordu: ''Senden nefret ediyorum.''

     Böyle işte. Böyle...

     Kandırılarak oyuncağı elinden alınmış bir çocuk gibi çaresizce haykırıyordu. Kadının umutsuzluğu onun en savunmasız haline gelmesine sebep bir canavardı sanki. Öyle ki, sokaktan geçen bir adamın ''Biraz edep yahu,'' deyişi ile ansızın yere çöktü. Adeta yer çöktü, ben çöktüm...

     Nefretin tayin ettiği mutsuzluk bu kadar bulaşıcı olabilir miydi sahi? Madem öyle nefreti kim bulmuştu? Bugün bu cadde de doğmadığı kesindi.

     Neyse, ne diyordum. Kadın, gurursuzdu. Gururunu elinden alan adam ile bir telefon görüşmesi yaptı. Az önce nefret ettiği adama bu defa yalvarmaya başlamıştı: ''N'olur söyle, neredeysen oraya geleyim. Bırakma beni, n'olur bırakma.''

     Adam telefonu kadının yüzüne kapatalı yalnızca bir kaç saniye olmuştu ki, kadın yeniden bağırdı: ''Senden nefret ediyorum.''

     Bu kez yanına gitmek istedim. ''Sevme diyecektim bu kadar çok, sevme.'' Yalnız onu değil, hiç bir şeyi bu kadar çok sevmesini gerektirecek bir sebep yoktu. Birini ya da koca bir ırkı sevmeme isteği kimilerine göre hastalıklı bir düşünceden ibarette olsa, birini pekala sebepsiz yere sevmeyebilmeliydi insan.

     Bir keresinde eski kız arkadaşıma bir demet gül almıştım. ''Ben gül sevmem,'' diye karşılamıştı bu sürprizi. O an bir insanın gülü sevmemesi için nasıl bir sebebi olabilirdi ki diye geçirdim aklımdan. O zaman bir şeyi sevmemek için illa bir sebep olması gerekmediğini anladım. Sevmemek de en az sevmek kadar doğal bir haktı.

     Yine de sevmemek hakkımızı çok sık kullanmamalıydık. Tuhaf bir karmaşanın içine sürükleyen bir tercihti çünkü bu. Örneğin, birini çok severseniz ondan nefret edebiliyordunuz fakat onu sevmezseniz de ondan nefret edebilirdiniz. Bu bir çelişkiydi. Kadının aklındaki çelişkiydi. Sevdiği için nefret ediyordu bu adamdan, ama sevmese yine nefret edebilecekti. Bu yüzden en iyisinin bulaşmamak olduğuna karar verdim. Kalabalığı yararak kadının etrafında oluşan çemberin dışına attım kendimi. Sonra eve gidip, uzun süredir nefret ettiğim dereotu ile barışıp, onu yemeye karar verdim.