NIETZSCHE AĞLADIĞINDA BEN GÜLÜYORDUM








29 Temmuz 2013 Pazartesi

MECNUN'DAN BİHABER MECNUN OLMAK İSTEYEN DELİKANLI

     Delikanlı oturduğu bankta uzaklara dalmış gözlerine ağır gelen damlaların süzülüp yere düşmelerine izin vermekle meşguldü. Dünya yıkılsa umurunda değildi. Ne de olsa kendi dünyası yıkılmıştı.

     O kadar dalgındı ki, yanındaki ihtiyarın bir süredir ona seslendiğini ancak bastonu ile onu dürttüğünde anlamıştı. Gerçek dünyaya dönmüş şaşkın şaşkın ihtiyara bakıyordu. İhtiyar sessizliği bozdu;

- Hayırdır evladım. Memleket elden gitti de benim mi haberim yok?

     Delikanlı göz yaşlarını silerken yerli yersiz gülümsedi ve yanıtladı;

- Çok sevmiştim amca, saçının teli kopacak diye gözlerinin önüne düşen perçemini bir kere bile yana atamadım. Ama o ne yaptı? Öylece gitti. 

- Korkuyor musun peki evladım?

- Çok korkuyorum. Biliyorum. Bu acı da zamanla bitecek. Önce sesi gidecek. Sonra yüzü yavaş yavaş silinecek hatıramdan. Kokusu çoktan gitti. Zorlayacağım kendimi ama hatırlamayacağım. Hayat normale dönecek. Eşyaları bile acı vermeyecek zamanla sadece yüzümde aptal bir tebessüm yaratacak. Herkes öyle diyor zamanla unutacakmışım. Laf! Unutmak istemiyorum ben. O gitti. Acısı neden gidecek ki? Ondan bana kalan tek gerçek his bu acı. Bari o gitmesin amca. Gerçekte onu hissedebildiğim tek duygu bu. Onun bile kaybedecek kadar aciz miyim? 

     Derken delikanlının gözleri tekrar nemlendi. İhtiyar bastonunun tersiyle delikanlının diz kapağının biraz altına orta şiddette bir darbe indirdi.

- Ah!

     Ve araya girdi;

- Kays, mevlayı bulma yollarında, Leyla'dan geçme faslındaydı ki, ona tutuldu. '' Firkatin bana kafidir, vuslata taakatim yoktur.'' der; yani ''Ayrı oluşumuz bana yeter, bir araya gelmeye gücüm yok'' der senin anlayacağın lisanda. Öyle sevdi işte Kays. Ve o Kays, Leyla'yı unutmamak için Mecnun olmayı göze aldı. Biçare oldu. Çöllere vurdu bedenini. Tam da senin dileğini diledi Mevla'dan. İstediği de oldu. Ömür boyu bu acı ile bitti tükendi. Sen istiyorsun ki Mecnun olayım. Olamazsın evlat. Devir o devir değil çünkü. Seni neden terk etti de bakalım?

- Artık beni sevmiyormuş. Halbuki sever gibi yapsa ben ona da razıydım.

     İhtiyar bastonunun alt kısmıyla çocuğun sağ ayağının baş parmağına yakın bir yere orta şiddette bir darbe indirdi.

- Ah! Yine ne dedim?

     Ve konuşmaya devam etti.

- İşte bu yüzden Mecnun olamazsın evlat. Sesini unutacaksın. Yüzünü unutacaksın. Kokusunu, hatıralarını. Bir tek adını hatırlayacaksın zamanla o da acı vermeyecek. Belki bir çiçek alırsın ona ismini verirsin belki bir balığa. Benim de bir hanım vardı. Geçen hafta ellerimle toprağa verdim gonca gülümü. Öyle derdim ben ona. Hiç sevmeden evlenmiştim, Allah biliyor ya. Bana bir gün olsun saygısızlık etmedi. O kadar kötü davrandım ki ona. Bir kere gidiyorum demedi. Sonra aniden sonsuza kadar gitti. O zaman anladım. Kaybetmek kurşun yarası gibi ağır gelir yaşın kaç olursa olsun. Gonca gülüm bir daha gelmeyecek. Benimde pek zamanım kalmadı. Vuslatımız çok yakın. Biliyorum.

     Bunu söylerken delikanlıyı unutmuş, gülümsüyordu ihtiyar. Delikanlı araya girdi;

- Bey amca, aynı şey mi? Siz bir ömür geçirmişsiniz. O benim için daha doğmadan ölen uzak bir ihtimal artık.

     İhtiyar yüzünü buruşturup, bastonun tersi ile delikanlının kafasına orta derecede sayılabilecek bir darbe indirdi. 

- Ah! Ama ne desem vuruyorsun sende bey amca.

     Ve konuşmaya devam etti.

- Sen beni hiç dinlemiyor musun aptal çocuk? Biz birbirimizi hiç sevmedik. Sende git sevmeyeceğin birini bul. Sevenlerin bir ömür birlikte olduğu kaç tane hikaye dinledin. Bu yolun sonu hep acıya çıkar. Hep kaybedersin. Mesele; kaybetmekten korkmayacağın gonca gülünü bulmak. Bir ömür sürecek mutluluğun sırrı bu. Tabi bunu ikinizden birinin ömrü bitmeden anlamayacaksın. Hayat böyle. Hadi şimdi acıların bitince bu dediğimi yap. Şu an sana ben dahil kimsenin yapabileceği bir şey yok. Zamanla acıların son bulacak ve o zaman dediğim lafları unutma; kaybetmekten korkmayacağın birini bul.

     İhtiyar sözlerini böyle bitirip usulca kalktı çünkü biliyordu; Ne söylese delikanlı, aptalca bir laf edecek ve o yine bastonu kafasına indirmek zorunda kalacaktı. Ne de olsa kendide bir zamanlar genç ve aşık olmuştu.


28 Temmuz 2013 Pazar

BİR TECAVÜZ VAKASI

     ''Susma'' dedi orta yaşlı kadın. ''Ağla rahatlarsın''. Küçük kız ne konuştu, ne de ağladı. Sadece sustu. Böyle bir travma geçirdiği için kimse onu suçlamıyordu. Bu yaştaki bir kızın tecavüze uğraması gerçekten kolay atlatılacak bir durum değildi. Yine de ufacık ta olsa bir tepki vermesi herkesin beklentisiydi. Ama o sadece sustu.

     Malum, kimse düşerken duramaz. O kız da düşüyordu. Durmaksızın kör kuyuların en kuytu köşelerine doğru düşüyordu. Kendi benliğinin en derinliklerine saklanmak istiyordu. Herkesten kaçmak, kimsenin onu bulamayacağı yerlere saklanmak istiyordu. Fakat böyle düşünmesine rağmen bir türlü yalnız kalamıyordu. Başı hep kalabalıktı. Bu yüzden de kendi içinde bir yerlerde saklanıyor; hiç konuşmamayı tercih ediyordu.

     Bir kaç gün henüz geçmişti. Küçük kız tramvayı atlatamamıştı ki, bir telefon geldi. Telefondaki ses kıza tecavüz eden şüphelilerin 9 ununda yakalandığını söylüyordu. Sürat ile mahkemeye çıkacaklardı. Olay çoktan medyatik olmuştu. Tüm ülkenin gözü, sadece yalnız kalmayı isteyen, bundan başka arzusu olmayan bu göz bebekleri titreyen kızın üzerindeydi. Kız tedirgin adımlarla arka kapıdan mahkeme salonuna getirildi.

     Yere bakıyordu. Kafasını kaldıramıyordu. Mahkemeye çıkacak diye yeni ayakkabılar almışlardı. O parlayan rugan ayakkabıların ucundan başka hiç bir yere bakışlarını çevirmiyordu. Herkesin kendisine baktığını biliyordu. Vücudu titremeye başladı. Tıpkı o geceki gibi. Sonbaharda ağaçta kalan son yaprak gibi titriyordu. Dokunsalar kopuverecekti dalından.

     Hakim sordu: '' Kızım o gece neler oldu?'' diye. Kız utancından yerin dibine girecekti. Bir türlü unutmak istediği o geceyi, insanların ona tekrar tekrar hatırlatma gayretine bir anlam veremiyordu. Sustu. Cevap vermemeyi tercih etti. Bakışları hala yere doğruydu. Hakim soruyu tekrar etti ama yine aynı sessiz cevabı aldı. Israr etmedi. Kızın avukatı bir süre konuştu. Sonra davacının savunması bitince, söz hakkı sanıklara geldi. Kız onlar konuşurken kulaklarını kapadı. Ama sesleri hala duyabiliyordu. Sanıklardan biri kızın kendilerini tahrik ettiğini söyledi. Kız o sesi tanımıştı. Şimdi biraz donuk gelen ses, o gün kahkaha atarken daha ince çıkıyordu. Kulaklarına daha sıkı bastırdı avuç içlerini. Zaman o salonda kız için çok ağır işliyordu.

     Sonunda dava sonuçlandı. Hakim davayı ileri bir tarihe attı ve tecavüzcülerin ikisinin tutuklu yargılanmasına kanaat getirirken, diğer yedisinin kız tarafından tahrik edildikleri şüphesi aksi yönde ispatlanana kadar, tutuksuz yargılanmalarına kanaat getirdi. Kız kulaklarına inanamıyordu. O adamlar dışarıda bir yerlerde dolaşacaklardı. O anda kendince karar verdi ve hemen eve dönüp ölene kadar odasından çıkmamak istedi. Ailesi bu kararı alan hakime yalvarır gözlerle bakıp, hala kararını değiştirir mi umudu ile gözleri nemli öylece duruyorlardı. Çabaları beyhude idi.

    Ertesi gün tüm gazeteler olayı korkunç bir trajedi olarak manşetlerine taşırken, görsel medya ise kızın mahkeme çıkışındaki görüntülerini hiç umursamadan ekranlarına yansıtarak onu mağdur olarak nitelendiriyorlardı. Karardan sonra, bir kaç sosyal toplum örgütü kızın resimlerini göğüslerine yapıştırarak meydanlarda slogan atarken, bireysel olarak ta insanlar kızın tecavüzcüleri için nefret dolu söylemlerde bulunuyorlardı.

     Olayın üzerinden bir hafta geçmişken, başka bir olaydan dolayı gündemin değişmesi ile, bu kız artık kimsenin dikkatini çekmiyordu. Herkes nefret oklarını yeni gündeme çevirmiş, fikirlerini paylaşıyorlardı. Kız kendisine verdiği sözü tutuyordu. Bir haftadır odasından dışarı adım atmıyordu. Tecavüzcülerinin onu kapının ardında beklediklerini, bu olaydan dolayı kendisine çok kızgın olduklarını ve çok daha kötü şeyler yapmak için can attıklarını düşünüyordu.

    Sonra kız dayanamadı ve bir sabah yaşamına son verdi. Bu olay gündemi bir haftalığına daha meşgul ederken, bir hafta sonra tüm toplum, yaşanan bir kadına şiddet olayı ile bu kızı bırakıp tüm nefretlerini tekrar, kadına şiddeti uygulayan adama yönelttiler. Çünkü yapacak çok şey vardı daha. Tüm vakitlerini bu kıza harcayamazlardı duyarlı toplum vatandaşları. Yardıma muhtaç çok insan vardı daha.

Tecavüzcülerden tutuklu olan ikisi açıklanmayan bir olay nedeni ile ceza evinde ölmüşlerdi. Diğerleri ise artık yüzleri unutulduğu için yaşadıkları şehirleri değiştirmiş hayatlarına devam ediyorlardı.


   

26 Temmuz 2013 Cuma

HAYAL GÜCÜ + BİLİNÇALTI = YARATICILIK

Yaşı 25 civarlarındaydı. Bir devlet dairesinde memur olmalıydı zira dizinin bir karış altındaki ekose etek ve 80'ler den kalma yakaları fırfırlı gömleği ile birlikte tüm belirtiler öyle olduğunu işaret ediyordu. Saçlarını topuz yapmıştı. Tahmini biraz daha ileri götürürsek büyük ihtimal öğretmendi.

Bizim mahalleye taşınalı henüz 3 ay olmuştu. Saçlarını hiç açık görmemiştim. Her gün aynı şeyleri yapıyor olmalıydı. Bizim evin önünden her geçişinde kaldırımın sağ tarafından yürüyordu. Onu bir kez olsun sol taraftan yürürken görmedim. Değişiklikten pek hoşlanmadığı belliydi. Çok sıkıcı bir hayatı olmalı diye düşünüyordum. Ta ki o güne kadar...

Buradan sonra aslında bana ihtiyacınız yok. Hayal gücünüzü kullanabilirsiniz...

Bol şans.


18 Temmuz 2013 Perşembe

İHTİYAR RESSAM VE GENÇ KIZ

İstanbul'a yeni gelmişti ihtiyar ressam. İlk işi sırtında tuvali ve elinde valiziyle Beyoğlu'na gitmek oldu. Bir kaç gün dışarılarda kaldıktan sonra nihayet kendisine ucuz, derme çatma bir ev bulabildi. Bu yere pek ev denilemezdi ama yine de o halinde memnundu. Şaheserini bu evde yapacaktı içine doğuyordu. Tek derdi bir tane odası olan bu çatı katının yeterince ışık almamasıydı. Bu romatizmaları için kötüydü fakat, bundan daha iyi bir yere de parasının yetmeyeceğini gayet iyi biliyordu. Hayatı boyunca hiç iyi kazanamamıştı.Ama o bir gün adının, Picasso ve Van Gogh ile anılacağı eserini ortaya çıkartacağından şüphesi yoktu. Zaten bu yüzden İstanbul'a gelmeye karar vermişti.

 Özenle tuvalini ve fırçalarını pencerenin önüne yerleştirdikten sonra eli ile cebini yokladı. Depozito ve kirayı verdikten sonra neredeyse hiç parası kalmamıştı. Bu gece bir resim yapıp, yarın satmayı umuyordu yoksa; açlıktan ölebilirdi. Dışarı ekmek ve biraz zeytin almak için çıktı.

Bir birini izleyen günler ve ayların ardından zaman zaman yaptığı tabloları satarak geçimini sağladı ihtiyar. Yine de beklediği şaheseri bir türlü yapamamıştı. Umudu hala canlıydı. Romatizmaları iyice ıstırap verir olmuştu. Artık çok az dışarı çıkabiliyordu. Merdivenleri inmek işkence gibi geliyordu. Eskiden yaptığı doğa, deniz manzaralarını özlüyordu. Şimdilerde ise odasından neredeyse hiç çıkmadan, sokağI gören manzarasından bakıp kurduğu hayalleri resmediyordu. Hayal kuramadığı zamanlarda komşuların getirdiği yiyecekleri bile resmettiği oluyordu.

Bir gün alt katlarına bir üniversite öğrencisi taşındı. Kız hostes olmak için okuyordu. Okuldan kalan zamanlarda da bir kafede çalışıyordu. Kısa sürede yukardaki huysuz ihtiyarın namını duyup onunla tanışmak için yukarı çıktı. Gerçekten de ihtiyar anlattıkları gibi çok huysuzdu. Elbette sonradan böyle olmuştu. Dışarı çıkıp resim yapamamak ihtiyarı gün geçtikçe aksi biri haline getirmişti. Her ne kadar ilk gün bu uçmaya meraklı kızı aynı huysuzlukla karşılamış olsa da, kızın kolay vazgeçmeyen yapısı sayesinde ilerleyen günlerde güzel bir dostlukları olmuştu.

Kız okul ve kafe dışındaki tüm vaktini huysuz ihtiyarın yanında geçiriyordu. Tatili olan tek gün dışarı çıkıyor ve bütün gün geziyordu. Sonra koşar adım huysuz ihtiyarın yanına gelip gördüklerini anlatıyordu. İhtiyar da resimlerini çiziyordu. Kız çalıştığı kafeye ihtiyarın resimlerini koymak için izin bile almıştı. İhtiyar artık komşulardan yemek kabul etmiyordu. Resimleri arada bir satıldıkça, kız parası ile ona yiyecek ve boya alıyordu. Bu durum ihtiyarı gururlandırıyordu.

Kız son sınıfa gelmişti. Dostlukları epey ilerlemişti. Gelecek planlarını ihtiyar adama anlatıyordu. Nerelere uçmak istediğini. Ona gittiği ülkelerden ne kadar çok hediye getireceğinden bahsediyordu; öyle ki, koyacak yer bulamayacaktı. İhtiyarda artık huysuzluk kırıntısı bile kalmamıştı. Aksine hayat doluydu. Romatizmaları bile eskisi gibi azmıyordu. Kendi kızı gibi seviyordu bu kızı. Artık bir şaheser yapmakta umurunda değildi. Tek dileği ölmeden kızın hayalinin gerçek olduğunu görmek istiyordu.

Kızın mezuniyetine pek bir şey kalmamıştı. İhtiyar, kız için bir mezuniyet hediyesi yapmaya karar verdi. Kızın en çok gitmek istediği ülke İtalya'ydı. Sürekli gitmediği halde ihtiyara İtalya'dan bahsederdi. İhtiyarda kızın anlattıklarından ona İtalya'yı resmetmeye koyuldu. Kızın resmin bitmiş halini görünce yüzünün alacağı hali düşündükçe, yetmiş üç yaşındaki kalbi tıpkı gençliğinde çok ünlü bir ressam olmayı hayal ederek çıkmaya karar verdiği bu yolculuğun başındaki gibi hızla çarpıyordu.

                                                                      ***

Dışarıda fırtına vardı adeta. Kız üç haftadır uğramıyordu. Resim neredeyse bitmek üzereydi. İhtiyar, kızın okulu bitirebilmek için çok ders çalıştığını bu yüzden gelemediğini düşünüyordu. Yine de içinde bir huzursuzluk vardı. Geride kalan koca dört yıl içerisinde bir çok kez finallere hazırlanmıştı ama hiç bu kadar ara vermemişti uğramak için. Sonunda dayanamadı ihtiyar. Tüm gücünü topladı ve kızın dairesine inmek için dışarı çıkmaya karar verdi. Son üç yıldır odasından dışarıya adımını dahi atmamıştı. Kapının diğer tarafına geçmek onu biraz korkutuyordu. Dışarıya hepten yabancılaşmıştı. Ama bunu yapmak zorundaydı. Onu tekrar hayata bağlayan, öz kızı gibi sevdiği bu kız için yapacaktı.

Merdivenleri ağır ağır indikten sonra nihayet kızın dairesine gelmişti. Kapının önünde biraz soluklandıktan sonra ağır ağır vurdu kapıya. Esmer ve genç bir delikanlı açtı kapıyı bu kızın sevgilisiydi. ''Buyur bey amca kime bakmıştın'' dedi esmer genç. İhtiyar karşısında kızı görmeyi umuyordu bu yüzden şaşırmıştı biraz. '' Ben Melis'e bakmıştım'' dedi kısık sesle. Melis lafını duyunca gencin yüzü birden tarifsiz bir kederle kaplandı. '' Gel bey amca gel'' diye yanıtladı. Gencin yüz ifadesi ihtiyarın hiç hoşuna gitmemişti. İçeriye girmeye korkuyordu. Yorgun kalbi hızla çarpıyordu. Ağır adımlarla içeriye doğru ilerledi. Salona girdiğinde bir kaç kişilik bir kalabalık ona bakıyor ve kim olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Fakat ihtiyar gözlerini dehşet içerisinde açmış yatakta yatan genç kıza bakıyordu. Kızın yanı başında duran annesi ihtiyara bir şeyler söyledi ama o hiç bir şey duymuyordu. Sadece yatakta yatan kıza bakıyordu. Kız da ona bakıyordu. Gözlerini bir birlerinden ayırmıyorlardı. İhtiyarın gözlerindeki dehşete rağmen, kızın solgun yüzünde birer zümrüt gibi parlayan yeşil gözleri günler sonra ilk defa gülüyordu. Kızın annesi ihtiyarın kim olduğunu bilmiyordu fakat, kızını günler sonra ilk defa o halde görünce içini büyük bir sevgi kapladı bu ihtiyara karşı. İhtiyar kızdan gözlerini ayırmadan yavaş adımlarla ona doğru yürüyordu. Yaklaştıkça kızın bir lokma kalmış vücuduna, çökmüş avurtlarını şaşkınlıkla inceliyordu. Bu yatan kız Melis'e hiç benzemiyordu. Ona benzeyen tek yeri hala kocaman yeşil olan gözleriydi. Ama onlarda eskisi gibi bakmıyordu. İlerleyip yatağın yanına geldi. Bir an gözü kızın başında duran serumla takıldı. Ağır ağır gözüyle serumdan kızın koluna giden hortuma baktı. Kız bunu fark edip kolunu yorganın altına gizlemeye çalıştı. İster istemez ihtiyarın gözünden iki damla yaş süzülüp sakallarının arasında kayboldu. Kız, ihtiyarın aksine gülümsüyordu. Cılız ve yorgun sesiyle ''Hoş-gel-din'' dedi konuşmakta zorlanarak. İhtiyarın dayanacak gücü kalmamıştı. Kızın sesini duyar duymaz ayaklarının bağı çözüldü ve kızın yanı başına oturdu. Ağlamamak için zor tutuyordu kendini. Kızın elini sıkıca kavradıktan sonra hafifçe gülmeye çalışarak '' Hoşbulduk'' dedi. Kız bunun akabinde kısa ama şiddetli bir öksürük nöbetine girdi. Kız öksürdükçe ihtiyarın kalbi parçalanıyordu. Kendini toparlamaya çalışıp '' Ne oldu sana böyle ?'' diye nazikçe sordu. Kız gülümsemeye çalışıp, '' Üşütmüşüm biraz '' dedi. İhtiyar bunun yalan olduğunu bildiği halde kıza gülümsedi. Sonra kız hafifçe doğrulmaya çalıştı ama çok güçsüzdü başaramadı. İhtiyar ne yapmak istediğini anlamıştı ve kıza doğru yaklaştı. Kız kocaman yeşil gözleriyle annesine ve odadakilere baktıktan sonra ihtiyarın kulağına kimsenin bilmediği bir sır veriyormuşçasına fısıldadı; '' Biliyor musun? Sınavları kaçırdım. Bir daha asla hostes olamayacağım. Sana o hep sözünü verdiğim hediyeleri de getiremeyeceğim. Affet beni.'' İhtiyar ölüm döşeğinde bile kendisini düşünmeyen bu kızın karşısında bir çocuk gibi ağlamamak için zor duruyordu. Kendini bir kere daha toparlayıp kızın kulağına eğilip, '' Kazın ayağı öyle değil '' dedi. Kız pek bir şey anlamamıştı bu dediğinden.

İhtiyar kızın sevgilisi olan esmer gence yanına gelmesini işaret etti. Genç sonra yukarıya ihtiyarın dairesine çıkıp elinde bembeyaz bir bez ile sarılmış bir tablo ile aşağı indi. Kız bunun bir resim olduğunu anlamıştı ve çok heyecanlanmıştı. İhtiyar resmi kızın tam karşısındaki duvara asılmasını istedi. Bu bir süpriz olmalıydı resim asılana kadar kıza bir şey göstermediler. Sonunda kıza bakabilirsin dediklerinde kız gözünden süzülen iki damla yaşa mani olamadı. İhtiyar araya girdi '' Mezuniyetin için yapmıştım. '' dedi. Kız resme dalıp gitmişti. Tablo: Gece vakti Roma üzerinden inişe geçen bir uçağın penceresinden görünen şehrin resmiydi. Kız resmin tıpkı onun hayallerindeki gibi olduğunu fark etti. Tabi ki hayalindeki gibi olacaktı. İhtiyar Roma'ya hiç gitmemişti ki; onun bildiği tek Roma, kızın hayallerindeki Roma'ydı. Kız kendi bile duymakta zorlanacağı şekilde '' Teşekkür ederim '' dedi. İhtiyar, kızın elini hafifçe sıkarak sadece gözlerinin içine bakmakla yetindi. Kızda ona üzülme der gibi yüz ifadesini değiştirdi. O arada odada bulunan doktor araya girdi. Sanırım bu kadar süpriz yeter. Kızımızın biraz dinlenmesi gerekecek. İhtiyar bunu duyduktan sonra kızın kulağına tekrar eğilip, '' Hadi biraz yat. Ben hep burada olacağım'' diye fısıldadı. Kız gülümseyerek gözlerini yumdu.

Sonraki saatlerde ailesi kızın geçirdiği hastalıktan bahsetti ihtiyara. Çocukluğundan beri bu hastalığı taşıdığını söylediler. İhtiyar hayat dolu olan bu kızın, bu kadar kısa bir sürede nasıl böyle bir hala geldiğini hala anlayamıyordu. Bunu belkide dünyada hak edecek en son insan Melis idi, ihtiyara göre. Sonra da ihtiyar, Melisin onu nasıl yaşama bağladığını, boş zamanlarında beraber resim yaptıklarını, sonra o resimleri kızın çalıştığı kafe de nasıl sattığından bahsetti. O arada kızın sevgilisi esmer genç gayri ihtiyarı araya girdi. '' Bey amca iyide kafe de hiç resim yoktu ki!'' dedi. '' Olur mu evladım. Melis resimlerimi çalıştığı kafe de satardı. Kazancıyla da boya gibi şeyler alır getirirdi. Hatta ilk başta patronu kabul etmedi diye işi bırakmakla tehdit etmiş sonra kabul etmek zorunda kalmış. Hatta resimlere ilgi çok olunca özür bile dilemiş daha sonra.'' diye karşılık verdi ihtiyar. Genç tekrar yanıtladı. '' Ben o kafe ye sürekli giderdim Melis'i görmek için. Hiç resim yoktu. Bir defasında bir kaç tane getirdi ama üç hafta kadar resimlerin yüzüne kimse bakmayınca resimlerin olduğu kısmı, şeker macunu tezgahı ile yenilediler. Ama sanırım senin resimlerin nerede olduğunu biliyorum.'' dedi ve ihtiyarı alıp Melis'in odasını açtı. İhtiyar gözlerini kendi yaptığı tablolarla dolu olan duvardaki resimlerin arasında gezdirdi. Duvar dibinde de istiflenmiş bir çok resim vardı. Her yer onun resimleri ile doluydu. Hatta resimlere bakarken aklına Melis'in o resimleri satarken, resimleri satın alanlarla ilgili uydurduğu tüm o ilginç hikayeleri nasıl yazdığını düşündü. Hemen hemen her resmin satılırken başından ilginç bir olay geçiyordu. İşte ölüm döşeğinde içeride yatan bu kızın hayallerine ulaşamadan solup gideceğini düşündükçe kendi fazladan yaşadığı günlere lanet okuyordu. Artık çocuklar gibi hüngür hüngür ağlıyordu ve içinden yıllarca gizlediği en ağır küfürleri hayatın kendisine ediyordu.

                                                                 ***

Melis toprağa verileli 6 ay geçmişti. İhtiyar, Melis'in dairesine taşınmış orada ölümü bekliyordu. Gökyüzüne her baktığında geçen uçakların içerisinde o kocaman yeşil gözleriyle Roma üzerinden geçerken şöyle çaktırmadan uçağın penceresinden Melis'in baktığını, kendisinin de Roma'da bir çatı katının penceresinden kafasını çıkarmış,göz göze geldiklerini hayal ediyor, gülümsüyordu.

                                                              - BİTTİ -






1 Temmuz 2013 Pazartesi

Düşünmek yasaklanmadan hemen paylaşayım.

Düşünmek yasaklanmadan hemen paylaşayım. 

Bence ağaçlar kesilmesin. Ağaçlardan daha yüksek binalar dikilmesin. 


Melih Gökçek direnişçilere tuzak kuracağız diye kandırılıp Brezilya'ya gönderilsin ve orada bırakılsın


CHP ve MHP düzgün muhalefet yapsın


İnsanlar LGBT yi desteklemekten çekinmesin


Gezi Direnişine katılan özgür insanların aslında hiç bir boktan dış mihraptan emir almadığı kamu oyuna itiraf edilsin


Özgür insanlardan korkan politikacılar bundan korkmasın ve korkularını bastırmak için şiddete başvurmasın


Bay Jöleli hükümetin kıçını yalayarak geldiği mevkiden mütevellit taktiklerini insanlara açıklasın


%50 dışındaki insanlar da AKP mitinglerine katılırsa onlarada 35 tl para ödensin


Faiz lobisi faiz gelirleriyle, afrikada açlıktan ağalayan insanlara gerçek lobiler yaptırsın; oralarda bedava yemek dağıtsın


Sayın Başbakan 300-500 bin $ dolara kendi taksitlerini ödeyen gemi nasıl alınır insanlara anlatsın


Çarşı'ya kocaman bir onur plaketi verilsin


Duran adamın çantasına Başbakan'da geçerken bisküvi, su vb. bıraksın


Falanca TV kuruluşları kaç paraya satılık olduklarının listesini yayınlasın (Belki birleşip bir tane alırız)


Sayın Başbakan öfkesini kontrol altına almayı öğrensin ve herkesi olduğu gibi kabul etsin


%50 diyenler ülkeyi isyana teşvik suçuyla yargılansın


Arada bir Melih Gökçek Brezilya'da idi Ne oldu acaba? diye düşünmek bile yasaklansın


Ağaçlar kesilmesin


Ağaçlar kesilmesin


Ağaçlar kesilmesin...