NIETZSCHE AĞLADIĞINDA BEN GÜLÜYORDUM








27 Temmuz 2014 Pazar

ADRES

     Adres aramak dünyanın en zor işiydi benim için. Arkadaşıma gidecektim ama bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum. Evden çıkmadan önce geçtim aynanın karşısına. Söz verdim kendime 'Bulacaksın, korkma. Haydi' dedim giyin çıkıyoruz. Ve çıktık.

     Atladığım gibi arabama tüm beygirlerine 'Deh' dedim. İçimde müthiş bir azim vardı. Heyecandan üçüncü vitese takmışım araba 'Deh'' dememle -stop- etti. Olur böyle ufak kazalar dedim. Vazgeçmek yok. Araba benim salgıladığım adrenalini salgılasaydı beşinci viteste bile kalkardı haberi yoktu. Ve doğru vitese taktığımda yol almaya başladık.

     Evin olduğu semte girdiğimde artık korkularımla yüzleşme vakti de gelmişti. Sadece adresi bir çırpıda tarif edecek olan kişiyi seçmeye gelmişti. Ağır ağır ilerlerken sağ sola bakındım. Orta yaşlarda birini aradım. Sokak isimlerini bilecek kadar tecrübeli olmasını istiyordum çünkü. Esnaf da olsa tadından yenmezdi.

     Bir köfte arabasının yanında durdum. 'Pardon!' diye camdan çıkardım kafamı. ''Yarım yapıyorum abi'' dedi adam. Kıramadım ''Yap'' dedim. Yarımı hazırlarken adresi sormak için tekrar hamlemi yaptım. ''Usta'' dedim. ''Ayran veriyorum yanında abi'' dedi. ''Ver'' dedim. Köfte ile ayranı aldım. Parasını öderken, biraz da çekinerek son bir gayret ile araya başka laf girmeden bir çırpıda sordum, ''Usta bu 'Şengül Sokak' nerede?'' İşte olmuştu 'Bakalım buna ne diyeceksin' diye içimden kırkırdadım. ''Bilmiyorum abi. Bende bugün ilk defa tezgah açtım buraya'' dedi. Hayal kırıklığına uğradım. Bir şey diyemedim. Bunu hiç beklemiyordum. Seyyar olarak dolaşan bu köfteciden çok ümitliydim. Sonra ne yapacağımı düşünmek için bir süre orada bekledim. Köfteci ''Abi'' dedi tekrar. İçim yeniden umutla dolmuştu. ''Hatırladı kesin'' diye geçirdim içimden. Derken, ''Bir tane daha yapıyorum abi.'' dedi. Hevesim kursağımda kalmıştı. Çaresiz ''Yap.'' dedim. Hayır diyememek gibi çok kötü bir huyum vardı. Köfteyi alır almaz oradan uzaklaşmaktı niyetim. Parayı uzattım ve gaza bastım. Ama hain köfteci bir kere daha arkamdan bağırdı ''Abiiii!'' Aniden frene asıldım. Kafamı camdan uzattım. Köfteci ''Ayran?'' dedi. Demesiyle geri vitese taktım. Polemiğe giremezdim. Nasılsa 'Evet' diyecektim. Ayranı alır almaz para üstünü beklemeden uzaklaştım oradan.

     Köfte ekmeği yerken, bir taraftan da adresi arıyordum. Bu sefer çok dikkatli bir tercih yapacaktım. Esnaf yerine yolda yürüyen her hangi birine soracaktım. Bir süre ilerledikten sonra, tamda aradığım profile uyan orta yaşlarda bir adam yolun kenarında bekliyordu. Yanaşıp, vakit kaybetmeden camı araladım. ''Pardon bakar mısınız?'' diye sordum. Adam ''Bakmam'' diye karşılık verdi. Hiç beklemediğim bu cevaba şaşırmakla beraber ''Neden'' diye sordum. Adam, ''Adres soracaksın değil mi?'' diye karşılık verdi tekrar. ''Nereden bildiniz?'' diye bir soruda ben patlattım. ''Ne zaman dışarı çıksam hep sorarlar. Çünkü, benim alnımda adres sorun yazıyor'' diye yanıtladı. Bende direk adamın alnına baktım. ''Yo, yazmıyor!'' dedim. Adam derin bir iç geçirdi. Sonra, ''Tamam bende geliyorum. Gidelim.'' dedi. ''Anlayamadım'' dedim. ''Bunda anlamayacak bir şey yok. Sen şimdi adres soracaksın. Ben sana ayrıntılı şekilde bütün detayları vereceğim. Sen ise anlamayan gözlerle bana bakıp, 'Anladım' diyeceksin. Ama ben yemem. Anlamadığını, anlayınca bir defa daha anlatacağım. Bu seferde iyice karıştıracaksın. Sonunda dayanamayıp sana oraya kadar eşlik edeceğim. Seni mağdur edemem evlat. Bu yüzden en iyisi mi sen beni hiç yorma. Direk gidelim. Zaten bir sürü işim vardı. Hiç olmadı bu, çünkü ben adres soran birini hayatta geri çeviremem. Sonra el alem ne der?'' Bir müddet adam konuşurken fırsattan istifade alnına dikkatlice baktım. Artık emindim. Hiç bir şey yazmıyordu bu adamın yüzünde. Daha ilk baştan bana yalan söylemişti. Nasıl güvene bilecektim ki?

     Çaresiz atla dedim. Çünkü ben de 'Hayır' diyemezdim. Adam ''Off!'' diye bir nida patlattı ve ardından ''Sana bakmam dediğimde beni dinlemeliydin. Bu artık senin meselen olmaktan çıktı evlat. Çıktığımız bu yolda ne zorlukla karşılaşırsak karşılaşalım vazgeçmek yok. Bunu kafana iyice sok. Vazgeçmek gibi bir niyetin varsa şimdi arabadan inebilirsin. Sana kolay olacak demiyorum ama...'' Sesi git gide çoşkuyla artıyordu adamın. ''O adresi ne pahasına olursa olsun beraber bulacağız!'' Bu son söylediğini ise o kadar coşkulu söylemişti ki, bir an dayanamayıp ''Eveeet! Haydi yapalım şu işi!'' diye bağırdım. İçimdeki Amerikan filmlerinden fırlama FBI ajanı gün yüzüne çıkmıştı resmen.

     İlerlerken adresi söyledim. ''Şengül sokak, 21 numara.'' Bana yeni çıkan cihazlardan bahsetti. 'Navigasyon' diyorlarmış. Ballandıra ballandıra anlattı. Çok etkilendim gerçekten. Böyle bir alete sahip olsaydım kimseye bir şey sormadan istediğim yere gidebilirdim. O kadar şanslıydım ki, adam da bu işe yeni girmiş ve üzerinde bir kaç tane varmış. Hemen satın almayı teklif ettim. O da kırmadı beni ve hemen bir tane sattı. Bir kaç tane de arkadaşlara aldım. Her yerde bulunmuyormuş çünkü. Adam bir de az bir ücret karşılığında arabaya taktı cihazı. Bir kanatları eksikti adamın.

     Adresi girince hemen yolu çıkardı cihaz. Hiç zorlanmadan oraya kadar gittik. Sevinçten çılgına döndüm. Adama dönüp nezaketen ''Bu kadar zahmet ettiniz, gelip bir yemek yemek ister misiniz? Arkadaşım yemeği hazırlamıştır'' diye sordum. Hiç itiraz etmedi. Halbuki en başında 'Çok işim vardı' demişti. Kabul etmez diye düşünmüştüm bu yüzden. Neyse yapacak bir şey yoktu.

     Kapıyı çaldığımda arkadaşım bekletmeden kapıyı açtı. ''Hoşgeldin'' diye sarıldı. Ardından da ''Kolay bulabildin mi?'' diye sordu. Göz ucuyla yanımdaki adama bir bakış attım ve sinsi sinsi sırıttım. Ardından ''Evet'' diye yanıtlarken hala kıkırdıyordum. Birazdan ona aldığım navigasyonu verecektim ama şimdi süpriz kaçsın istemediğimden bir şey söylemedim. Daha sonra yanımdaki adama baktı ''Arkadaş kim?'' diye sordu. Hemen adama dönüp adını sordum. ''Mustafa'' dedi. Bende arkadaşa dönüp, ''Mustafa'' dedim. Arkadaşım şaşırdı. ''Uzun hikaye'' dedim yemekte anlatırım. Sonra içeri geçtik.

     O günden sonra adres bulmak için bir daha kimseye bir şey sormadım.

   

LEVLA

        Ekmeğini bölüştüğü sandığın tam üzerindeydi turkuaz gökyüzü. Kafasını yukarı kaldırdı ve bir süre gökyüzünün turkuaz serinliğine daldırdı ruhunu. Geri geldiğinde verdiği ekmeği kemiren yabancıya baktı.

     ''Sen buradasın diye mi gökyüzü böyle?'' diye sordu İskender.

     ''Muhtemelen.'' diye cevapladı yabancı.

     ''Senin çalışma tarzını anlamaya çalışıyorum. Bir huzur var içimde ama öte taraftan diken üzerinde oturuyor gibiyim. Çok güzel duygular uyandırıyorsun ama korkmadan da edemiyorum. Bir yanım Habil'in merhameti ile doluyor, diğer tarafım Kabil kadar pişman.''

     ''Genelde öyle şeyler hissettiklerini söylerler.'' dedi yabancı.

     Bir süre bir şey konuşmadan bir birlerine baktılar. Temiz kalan son hatıralarını çıkarmıştı satılığa. Elem acılar içerisinde tutuşturdu çocukluk hatıralarını Şeytan'ın eline. Şeytan elindeki ekmekten ufak bir parça daha ısırdıktan sonra sakin tavrını koruyarak adama doğru eğildi.

     ''Altı yıl, altı ay, ve altı gün sonra tam bugün yaptığımız anlaşmanın karşılığını almak için geleceğim. Unutmazsan sevinirim. Genelde unuturlar çünkü.''

     ''Kesinlikle unutmam. Söz veriyorum sana. Teşekkür ederim sana borcumu nasıl ödeyeceğimi bilmiyorum.''

     ''Zamanı gelince biliyor olacaksın. Ve bugün teşekkür ettiğin için pişman olacaksın. Genelde pişman olurlar çünkü.'' dedi ve tiz bir çığlık duyuldu. Çığlık çok kuvvetliydi. Adam dayanamadı ve kulaklarını kapatarak, kafasını bacaklarının arasına sıkıştırdı. Çığlık kesildiğinde, temkinli bir şekilde kafasını kaldırdı. Şeytan gitmişti. Yalnızca aya doğru uçan, geceden daha koyu bir karga vardı görüş alanında. İçini bir karartı kapladı. Daha fazla orada durmanın bir anlamı olmadığını düşündü ve kalkıp eve doğru yol aldı.

                                                                                 *  *  *

     ''Bu gece bizim. Anlıyor musun? Yalnızca bizim.'' Diye haykırdı İskender. Çığlıkları tıpkı bir kurdunki gibi, sessiz geceyi yararak dört bir yana savruluyorlardı. İskender güçlüydü, ama bu gece güçlü olmak istemiyordu. Bu gece yalnızca bağıra bağıra haykırmak ve haykıra haykıra ağlamak istiyordu. Derken bir çığlık daha fırlattı üzerinde durduğu kayalıklardan, yalnızca yıldızların aydınlattığı geceye.

     ''Bu gece bizim. Sonrakiler değil. Yalnızca bu gece. Anlıyor musun?'' dedi ve aniden sessizleşti. Çığlıkların yerini geceden daha koyu, merhametten en az başının üzerinde duran yıldızlar kadar uzak bir fısıltıya bıraktı. ''Bu gece her şey bitecek.''

     Sıtmalı geceye usulca arkasını döndü. İskender şimdi karşısında diz çökmüş bir halde olan düşmanına bakıyordu. Hayatını çalan kardeşine bakıyordu. Merhamet yoktu gözlerinde. Üç nefes aldı ve üç nefes bıraktı. Kardeşine yaklaştı. Usulca iki metreyi aşkın bedenini dizlerinin üzerinde yere bıraktı. Kardeşiyle bakışlarının buluştuğu yerde acılarını dizginlemeyi bırakıp, içine akıttığı yaşlardan bir tanesinin yanağından süzülmesine izin verdi.

     Yasin'in bakışları, abisinin nefretin sinsi bir akbaba gibi tünediği bakışlarına değince soluk alıp verişi yavaşladı ve usulca,

     ''Abi, bende çok sevdim.'' dedi.

     Bu cevap İskenderin, gözlerinden bir damla daha yaşın süzülmesinden başka bir şeye yaramamıştı. Oysa, Ondan vazgeçtiğini duymayı o kadar çok isterdi ki.

     İskender bakışlarını temkinli bir şekilde kardeşinin üzerinden çekip, arkasında duran kurumuş bir meşe ağacının cılız dallarından birine tünemiş olan kargaya baktı. Karga, kanatlarını iki yana açıp kafasını hafifçe öne eğdi; acele etmesinin gerektiğini söyler gibi. Tam da o sırada yıldızların ışığı eşliğinde üzerilerine bir gölge çöktü ve tepelerinde beliren turkuaz bir buluttan sağanak şeklinde yağan yağmur üzerinde durdukları tepenin zirvesini dövmeye başladı. İskender sağ eliyle kardeşinin ensesini usulca kavradı ve kendi alnını kardeşinin alnına dayadı. Bir süre o halde iç geçirdikten sonra,

     ''Bu nasıl bir yara küçük kardeşim?'' dedi.

     Sonra içindeki öfke tekrar gün yüzüne çıktı. İskender ani bir şekilde ayağa kalktığında, heybetli cüssesinin, gölgesi kardeşinin üzerini kapladı. hızlıca yandaki bir ağaca dayalı küreğe uzattı elini ve sıkıca kavradığı kürek ile Yasin'in mezarını kazmaya başladı. İskender yağan yağmurun altında mezarı hızlıca kazarken, kendisini bitirecek olan öfkeyi tüketmeye çalışıyordu. Öfkesini yağmurun etkisiyle yumuşamış olan toprağa kusuyordu adeta.

     O sırada Yasin, abisinin gözlerinde gördüğü yabancıyı düşünüyordu. O kişi her kimse çocukluğunda ona kol kanat geren, her düştüğünde onu, düştüğü yerden kaldıran ve yaralarını şevkatle saran abisine hiç benzemiyordu. Sonunun geldiğini anlamıştı. Kızmıyordu abisine. Nasıl kıza bilirdi ki? Sonuçta o, onun büyük abisiydi. Çocukluğunun kahramanıydı.

     Ölümle olan randevusuna az bir zaman kaldığını kabullenip, son anlarını iyi geçirmek için, sevdiği kadınla, Levla'yla olan anılarını bir bir geçirmeye başladı aklından. Yağan yağmuru, bileklerini kesen ipi, kulağına çalınan kürek seslerini, abisinin öfkesini her şeyi unutmuştu o an. Sadece Levla ve kendisi vardı. Bunun kendileri için bir son olmadığını biliyordu. Levla'nın da bu dünyadaki yaşamı son bulduğunda, tekrar vuslatı tadacaklardı. Kendi ızdıraplı sonunun kefareti olarak Allah'a Levla için güzel ve acısız bir ölüm bahşetmesi için dua etmeye başladı.

     Yasin'in yüzündeki gülümsemeyi fark eden İskender, kazma işini yavaşlattı ve daldaki kargaya bir bakış attıktan sonra konuşmaya başladı.

     ''Yıllar önce onunla bir anlaşma yaptık.''

     Yasin sadece abisi ve kendisinden başka kimsenin olmadığına emin olduğu çevresine şüphe ile baktı. Kimden bahsettiğini anlayamamıştı. Yine de abisinin lafını kesmemek için bir şey söylemedi. Yıllarca abisine karşı bir kere bile saygısızlık yapmamıştı. İskender devam etti.

     ''Levla ile kavuşmamız için benden küçücük bir iyilik yapmamı istedi. Altı yıl boyunca çok güzel anıları paylaştık. Altı yıl sonra, aniden Levla artık beni sevmediğini söyledi. Çılgına döndüm. Ne yapacağımı bilemedim. Her şeyden uzaklaşmaya karar verdim. Çok uzaklara gittim. İçimden söküp atarım sandım. Zaman koydum araya, mesafeleri tren vagonları gibi dizdim. Ama olmadı. Çok sevdim onu. Anlıyor musun? Beceremeyince dönmeye karar verdim. Sonra... sonra sizi gördüm. Öyle el ele, göz göze anlarsınya. Bilemedim ne yapacağımı. Sen benim küçük kardeşimdi çünkü. Mutlu olmayı hak ediyordun. Ama sen şu kokuşmuş dünyada başka birini bulamadın sevecek. O gün bilmeden kalbime sapladığınız bıçağın binlercesiyle birlikte tekrar ona gittim. Başka çarem kalmamıştı.'' Bunu söylerken tepelerindeki turkuaz renkteki buluta baktı. Göz yaşlarını silmesi gerekmiyordu. Yağmur o işi hallediyordu. ''Şimdi yeni bir anlaşma yaptık. Ömür boyu Levla'nın beni seveceği anlaşmanın gereği olarak senin kalan ömrün. Beni affet küçük kardeşim. Ben onu çok sevdim.''

     İskender küreği yan tarafa savurup, bir süredir kazdığı mezardan bir hamlede sıçrayarak çıktı. Belindeki silahı çekip, soğuk namluyu kardeşinin ensesine dayadı. Yasin, gözlerini yumdu. Hala Levla için dua ediyordu. İskender göz yaşları içerisinde elini tetiğe yerleştirdi. O anda meşe ağacının dalındaki karga tekrar kanatlarını iki yana açtı ve artık bu işi bitirmesi gerektiğini işaret etti. Yasin, ölümden korkmuyordu ama Levla'yı, bir daha göremeyecek olma fikri zihnine binlerce cam kırığı gibi saplanıyordu. Düşüncelerini Levla'dan uzaklaştırmak için,

     ''Abi!'' dedi. İskender, kardeşinin yumuşak ses tonuyla irkildi. ''Beni seviyor musun?'' diye sordu.

     ''Tabi ki seviyorum. Sen benim küçük kardeşimsin'' diye yanıtladı İskender.

     Kardeşi bu cevabı duyunca içi rahatlamış bir şekilde devam etti konuşmasına,

     ''Seni affediyorum öyleyse. Çünkü sen de benim büyük abimsin.'' Gözlerini daha sıkı yumdu. İçinden de,''Beni affet Levla'' dedi.

     Ve aniden korkunç bir patlama sesi geldi akabinde. Gecenin sessizliği, ateş alan silahın sesi ile inledi. Yasin'nin cansız bedeni, yağmurun dövdüğü çamura düştü. Korkuç bir çığlık kopuverdi meşe ağacının oradan. Kurumuş meşe ağacının zayıf dalına tünemiş karga havalandı. İskender, kulaklarını elleriyle kapayarak, koca cüssesini artık taşıyamayan dizlerinin üzerine çöktü. Bütün gücüyle boşluğa haykırdı. Hava silahın sesiyle uğuldarken, karganın çıkardığı tiz çığlık ile, İskender'in feryadı, geceyi adeta mahşer yerine çevirmişti. Ve her şey aniden olup, bitmişti.

     Karganın çekip gitmesiyle, turkuaz bulutta çekilmişti. Hava tekrar yazdan kalma bir gün gibi lekesizdi. İskender, kardeşinin kafasını dizlerine çekti. İstediği olmuştu ve sonunda sevdiği kadınla bir ömür beraber olmaları için hiç bir engel kalmamıştı ortada. İskender'in göz yaşları, yanaklarından süzülerek kardeşinin üzerine yağıyordu. Gözlerini, elleriyle kaparken, her şeyin bittiği yerde, zamanında ekmeğini bölüştüğü, ama sevdasını bölüşemediği kardeşinin yüzüne bakarken, o gün şeytanın söylediği sözler geldi aklına.

     ''... Ve bugün teşekkür ettiğin için pişman olacaksın'' demişti şeytan ve haklı çıkmıştı. İskender kalbi pişmanlıkla dolmuşken son kez kardeşinin kulağına eğilerek fısıldadı. ''Ben onu çok sevdim küçük kardeşim. Anlıyor musun? Çok sevdim.''
   

24 Temmuz 2014 Perşembe

ARAYIŞ

     Turgut Özal parkında oturmuştum. Bir isim düşünüyordum. Delirmek üzereydim.

     ''Bir isim bulmak ne kadar zor olabilirdi ki?'' diye sürekli tekrar ediyordum. Satın aldığım japon balığına Hurşut ismini koyduktan sonra bırakmıştım bir şeylere isim koymayı. Bu sabah yeminimi bozmuştum. Bir isim bulacaktım. Ve onu ait olduğu yere koyacaktım.

     Sonunda saniyeler dakikaları o kadar hızlı kovalar olmuştu ki, saatler bile çok hızlı akmaya başlamıştı ve akşam olduğunda elimde sadece şu isim kalmıştı: Kaan Özkaymak

     Neyse ki delirmeden meseleyi halletmiştim.

KISIR DÖNGÜ


     Giderken cümlelerin arasına istemeden koyduğu uzun boşlukları bırakmıştı arkasında; bir de sessiz bir oda kaldı. Sıkıcı olan ne varsa bıraktı arkasında. En çokta uzun boşlukları bırakırken zorlandı.

     Tam iki yıl sonra 2014 sonbaharında, tam da mevsimine uygun giyinmişken artık daha hızlı ve cümlelerin arasına koymaktan nefret ettiği o uzun boşluklardan tamamen kurtulmuş bir halde konuşuyordu ve odasında daha çok misafir ağırlıyordu.

     Değişmişti fakat, bu seferde kelimeleri sıkça ikiler olmuştu. Odasında da çok fazla gürültü vardı. Eski sıkıcı hayatını özlemişti.

     Bir gün kafası attı ve odasındakileri kovmaya karar verdi. ''Çıkın dışarı, çıkın dışarı.'' Yine aynı şeyi yapmıştı işte, kelimeleri ikilemişti. Odadakilerden kurtulduktan sonra, fazladan kullandığı sözcük israfı bu kelimelerden de kurtulacaktı. Kurtuldu da.

     Cümle aralarına koyduğu uzun boşluklara geri döndü. Konuşmaya başlarken, o bitirene kadar insanlar ondan uzaklaşıyordu. Tıpkı eskisi gibiydi her şey. Odası da boşalmıştı. Eskisi kadar kimse gelmiyordu. Sessizlik huzur veriyordu.

     Aşırı dozda huzur sıkıcı gelmeye başladığında yine, göz ucuyla boş odasına ve cümlelerin arasına yine istemeden koymaya başladığı uzun boşluklara baktı. Yine ayrılık vakti gelmişti anlaşılan.