NIETZSCHE AĞLADIĞINDA BEN GÜLÜYORDUM








4 Aralık 2015 Cuma

BİR CENAZENİN KISA TARİHİ

Mezarımın başında toplanan kalabalık için sevme vakti gelmişti. Beni benden iyi bilenlerdi onlar. Kuş olup, uzaklara uçmak isterlerdi. Yırtık gırtlaklardan çıkan kir pas içindeki sözcüklerle yad ettiler. Muhterem bir zaat ta en başta durmuş beni tanımadığı halde benden taraf dualar ediyordu. Ölmek garip şeydi doğrusu. Kahverenginin kucağında mavi bir düş görmek gibiydi.

Bir anda insanlara işi gücü bıraktırıp başımda toplanmalarını gerektirecek önemli bir sebebe dönüşmüştüm. Sağlığımda ''Hepinizi burada görmek istiyorum,'' desem gülerlerdi; ''Derhal,'' desem; geçerlerdi.

Sahi nasıl öldüğümü söylemedim. Şiirlerde, şarkılarda içinden el sallanan bir gemi vardı ya hep, işte o çarptı bana. İlk görüşte aşk gibiydi bizimkisi. Nasipse ölüm bizi ayırana kadar dedik. Öyle de oldu. Ben ölünce ayrıldık.

Liseden beri yüzüme kapanan kapıları sayacak kadar matematik bilgisi içermiyordu zihnim. Sonunda da aylağın biri olup çıkmıştım. Bakmayın ''İyi bilirdik,'' dediklerine. Hiç bir şey bilmezlerdi onlar. Uzun zaman sonra ilk defa ganyan oynamak için elime aldığım gazeteden büyük ikramiye şans eseri bana çıkmış ve bir iş bulmuştum. Neye nasip neye kısmet bir işim vardı artık. Parası yok denecek kadar az bir temizlik işiydi.

Sabahın ötüşken horozları uyanmadan elveda dedim eski sokağıma. Önünde durduğum kapı, boyumca çocuklarımı sarmalayacak kadar heybetliydi. Eski yalılara olan hayranlığım ile ilk kez tanışıyordum. Güngören'de bir hastahane odasında anam beni dünyaya fırlattığından beridir hiç bu kadar şanslı olduğumu hatırlamıyordum. Bir işim vardı ve iş icabı da olsa artık bir yalıda yaşayacaktım.

İlk gün hep zor geçer derlerdi. Benim ki çok kolay oldu. Üst katı temizlemek için yukarı çıktım. Ayaklarımın altında gıcırdayan ahşap sesini, boğazdan gelen ada vapurlarının sirenleri ile kırıştırırken yakaladığım sırada, içeri dolan hava, toz yerine su damlaları taşıyordu.

Sonunda kendime nazar değdirecek kadar şansıma hayranlık duymayı başarmıştım. Kıyamet gibi bir gürültü koptu. Aşağı kattan Nigar Hanım'ın ''Deprem,'' diye bağıran sesi kulağıma çalındığında, üzerime gelen demir kütlesine hayranlıkla bakakalmıştım. Dev bütçeli bir Hollywood filminde dublörlük yaptığım bir rüya görmek gibiydi. Dev geminin yalıda açtığı gedikten açılan büyüleyici manzara ne kadar da kısa sürmüştü. Kaçmak yerine bu manzaraya bakma kararını bana sormadan alan zihnim yüzünden adeta yaşamıma haciz gelmişti.  Ardından aniden havayı karartan bir gölge doluştu içeriye geminin heybetli cüssesinden. Gözlerimi yummamla her şey daha da karardı.

Sayısal Loto'dan büyük ikramiye çıktığında, akrabasına borç vermeyi reddeden yeni milyonerin aynı akrabası tarafından öldürülmesi haberinin hemen altında, işimdeki ilk günümde feci şekilde can vermiş olduğum haberinin yazılmış olması tesadüf olamazdı. Benim işimde ilk bakışta aşırı dozda mutluluk vaat ediyordu çünkü. Bu arada ''Feci şekilde can verdi,'' lafına takılmıştım. Feci şekilde can verdiğimi düşünmüyordum. Yakalandığım bir hastalıktan dolayı her gün yavaş yavaş ölseydim feci şekilde can vermiş olabilirdim belki ama, benimkisi ani ölümdü ve ani ölümler her daim kısa süreli bir şöhret getirirdi beraberinde. Artık üçüncü sayfayı takip eden herkes tarafından tanınan trajik şekilde can vermiş bir cesettim.

İşte Karacaahmet'te kahverenginin koynuna böyle girmiş oldum. Haberi alan yalının mirasyedisi nam-ı diğer paşa torunu Atınç Bey, Amerika'dan atladığı ilk uçakla geldiği gibi fazladan sahibi olduğu tapulu mezar yerlerinden bir tanesini üzerime yapmıştı. Dilsiz bir adama verilen sus payıydı bu. Geminin sahiplerinden yüksek miktarda tazminat alacaktı meydana gelen hasar yüzünden ne de olsa. Ben de kariyerimdeki ilk işimde bir günlük çalışmama karşılık tazminat olarak Karacaahmet'te mezar yeri almış oldum. Yani hepimiz kazandık; tabi ölmemi saymazsak.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder