NIETZSCHE AĞLADIĞINDA BEN GÜLÜYORDUM








10 Nisan 2014 Perşembe

BİR İSTANBUL MASALI - 1980 İHTİLALİ -

     İstanbul'a sonbahar yağıyordu. Okuldan kaçmanın verdiği heyecan ile tüm öğleden sonra bir parkta oturmuş öylece esen rüzgarı dinliyordum. Farkında olmadan saatler geçmişti. Sokakta kimse kalmamıştı. Sirenler çalmaya başladığında anladım bunu. Panik içerisinde ne yapacağımı şaşırmıştım. Her yerde sirenler çalıyordu. Sokağa çıkmanın yasak olduğunu bağırıyorlardı adeta.

    Koştum var gücümle. Askerlere görünmeden eve varmaktı tek niyetim. Otobüs durağına doğru koşarken diğer taraftan da cebimdeki, sabah annemin evden çıkarken verdiği okul harçlığını yokladım. Beş lira orada duruyordu. Nasıl olmuştu da bu kadar dalgın olabilmiştim. Buna eve vardığımda kafa yoracağım; tabi varabilirsem. Durağa pek bir yol kalmamıştı. Nefesim kesilmek üzereydi. Sağ bacağım ağrımaya başladı. Ama kopsa bile eve gidecektim. Çünkü bana öyle tembihlemişler idi. Annem kim bilir ne kadar paniğe kapılmıştır diye geçirdim içimden koşarken. Eve gittiğimde temiz bir dayak beni bekliyordu. Daha hızlı koşmaya devam ettim.

     Sonra olan oldu ve düştüm. Ayağım kırılmıştı sanırım. Çok acıyordu. Ayağı kalkmayı denedim ama ilk seferinde başaramadım. Sonra tek ayağımın üzerinde kalkıp bir süre sekerek ilerlemeyi denedim. Ama olmuyordu dengem bozulup kırılan ayağımın üzerine basmam gerekiyordu her seferinde ve korkunç bir acıyla yere seriliyordum. Daha fazla devam edemeyeceğimi anlayınca bir çöp konteynırının karanlık köşesine kendimi sürüyerek taşıdım. Sabahı askerlere görünmeden beklemekten başka çarem kalmamıştı.

    Uyuya kaldığım yerde bir dürtü ile irkildim. Gözlerim hafif kısık karşımda duran askere bakıyordum. Silahının ucuyla tekrar dürttü beni. Cevap vermek istiyordum ama ne diyeceğimi bilemediğimden, titreyen göz bebeklerimle askere baktım. Asker '' Neden evde değilsin? Bu saate dışarıda kalanların başına iyi şeyler gelmediğini duydum.'' diye bir şeyler mırıldandı yarım ağızla gülerken. O zaman askerin niyetinin pekte iyi olmadığını anladım. Cevap verecek bir şey bulamadım. Asker tekrar konuştu. '' Şimdi seni cezalandırmam gerekecek anlaşılan. Çünkü iyi bir çocuk olsaydın bu saatte kendi yatağında olurdu. Sesini çıkartırsan seni vururum ve inan bana bunun için kimseye hesap vermek zorunda kalmam.'' dedi. Ne yapacağımı bilemeden kalakaldım. Çok korkuyordum. Bağırsam bunun bana faydası olur muydu? Kaçmak geldi içimden ama kırılan ayağım hala müthiş bir acı duymama sebep oluyordu. Asker üzerime abandığında bağırmaya çalıştım ama başımın yanına inen silahın kabzası hatırladığım son şey oldu.

     Kendime geldiğimde asker gitmişti. Bacağım eskisi kadar acımıyordu ama bu kezde oturmakta zorluk çekiyordum. Külotumu ve pantolonumu hafif hafif çekerken, ağlamamak için var gücümle uğraşıyordum. Henüz çocuk yaşta olmama rağmen, ne kadar büyürsem büyüyeyim artık asla gerçek bir erkek olamayacağımı biliyordum. Elimi cebime attım sabah annemin özenle iliştirdiği beş lira cebimde yoktu. Halbuki düşmeden az önce yokladığımda oradaydı. Düşürmüş müydüm acaba? Artık yol parasına ihtiyacım yoktu çünkü eve gitmek istemiyordum. Hiç bir yere gitmek istemiyordum. Hiç bir yere ait olmadığım hissi tüm bedenimi ele geçirdiğinde tekrar kendimden geçmiştim. Hikayenin garip bir şekilde buradan sonrasını hiç bir zaman hatırlayamadım.

                                                          ..................................................


     Dedem bunları bana anlattığında adeta donakalmış, ona bakakaldım. Diyecek bir şey bulamıyordum. Ölüm döşeğindeki bir adamın, yıllar sonra bu itirafı yapması beni derinden sarstı. Benim hayatı boyunca sayısız harekatta yer alan, bir çok madalya sahibi olan, yıllarca orduya onurluca hizmet vermiş dedem bir zamanlar kendisi gibi bir asker tarafından böyle iğrenç bir olaya maruz bırakılmıştı. Akıl alır gibi değildi. Gözlerim doldu. Sanki karşımda sekseninden gün almış o kahraman asker yerine, o gün cılız bedeni üzerine abanan hayvanın altında inleyen, tahminim 13 yaşlarındaki çocuğun yüzü duruyordu. Midemin bulandığını hissettim. İçimde acımayla karışık garip bir nefret hissi uyandı. Söyleyecek söz bulamıyordum. Dedem beni zor durumda bırakmamak için uyumak istediğini söyledi. Ve ben odadan çıkarken arkadan '' Şimdi huzur içinde ölebilirim '' dediğini duydum.

     Dedem öleli henüz 2 hafta olmuştu ama ben onun bana anlattıklarını bir türlü aklımdan çıkartamıyordum. Nasıl olur da bu olayı yıllarca bir sır gibi sakladığı halde, birden bire anlatma gereği duymuştu. Yıllarca kimseye bu durumu hissettirmeden yaşamıştı. Neden bana anlatmıştı? Nasıl evlenebilmişti? İki tane erkek çocuğu olmuştu ama onlara hiç bir zaman yakınlık göstermemişti. Asker oluşuna ve onları disipline etme ihtiyacı güttüğüne bağlamıştık bunu. Şimdi ise kim bilir belki de bu çocuklar ona kendi çocukluğu hatırlattığı için onlara dokunmaktan haz almıyor ve hatta iğreniyor olabilirdi. Bir erkeğin, başka bir erkeğe dokunması başından dedemin ki gibi bir olay geçmiş biri için anlaşılabilir bir durumdu. Yanıtlanacak o kadar çok soru vardı ki aklımda. Öte yandan dedemin bunca yıl şerefle sürdürdüğü hayat böyle bir travma geçirmiş bir insanın hayatına hiç benzemiyordu. Bunları anlatırken utanma duygusundan çok, dedemin yüzünde vicdan azabı hissetmeme sebep ne idi? İşin kötü tarafı kimseye anlatamayacağım bir şey olduğu için, babamlara da dedem hakkında bir şey soramıyordum.

     Bir gün babama dedemi çok özlediğimi söyledim onun gençliğine ait fotoğraflar olup olmadığını sordum. Babam onların uzun zamandır tavan arasında olduğunu ve dedemin çok uzun bir süredir onları yerinden hiç çıkartmadığını söyledi.

     Akşam olunca tavan arasına çıktım. Eski bir metal kutunun içerisinde saklıyordu bütün anılarını. Çocukluğuna ait bir şeyler bulabilmeyi umut ediyordum. Bulabileceğim en ufak bir ipucu aklımdaki bütün soruları kaldıracaktı. O gün yaşadığı olayın anısına mutlaka bir şey saklamış olmalıydı. Yoktu. Çocukluğuyla ilgili hiç bir şey yoktu. Bütün kutu madalyalar ve fotoğraflarla doluydu. En üstte duran fotoğrafı elime aldım. Bir kaç asker arkadaşıyla birlikte yan yana çekilmiş bir fotoğraf vardı bütün arkadaşları ile birlikte gülümserken bir pozları vardı.resmin arkasını çevirdiğimde şu not yazıyordu; '' 23 Eylül 1980 - İstanbul '' Başka bir şey yoktu. Sonra kutuyu tekrar karıştırdığımda fotoğrafların arasından yere düşen, artık tedavülden kalkmış olan beş lira ya bakarken, gözlerim tekrar resimde yüzünde garip bir gülümseme olan dedeme yöneldi. Dedemin hayatım boyunca bana yaşattığı ikinci şok oldu bu. Yine donakalmıştım. Dedemin anlattığı hikayedeki çocuk yerine şimdi yalnızca hikayedeki askeri düşünüyordum. Demek ki onca yıl, onca vicdan azabıyla, seksen yaşına kadar...


   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder