NIETZSCHE AĞLADIĞINDA BEN GÜLÜYORDUM








15 Ağustos 2014 Cuma

ÇIPLAK AYAKLAR

     Ayakları çıplak bir kadın koşuyordu. Akıl almaz derecede hızlıydı. Gözünden süzülen yaşlar, uçuşan saçlarına tutunup, ağır ağır indikleri yoldan saç uçlarına geldikleri an tereddütsüz intihara meylediyorlardı.

     Sokak lambalarının bittiği yerde, karanlık bir zamana sıçradı kadın. Hava kurşun gibi ağırdı. Fakat, kederden olma, kadından doğma düşen her gözyaşı, karanlıkla beraber içinde bulunduğu zamanı da ikiye bölüyordu. Bölünen her şey gibi, zamanda bölündükçe çoğalıyor ve bitmek bilmeyen sonsuz dilimlere artıyordu. O gece havadan daha ağır olan tek şey saniyelerdi. Bu yüzden de kadının zamana karşı bir türlü bitmek tükenmek bilmeyen bir hesabı olmuştu. Sanki bir anda kırk yıllık düşman olmuşlardı zaman ve kadın. Kırk yaşındaki kadın için bu durum ezelden geliyormuş gibiydi.

     O an hiç tükenmeyecekmiş gibiydi. Derken, karanlığın içinden uzanan bir el, kadının ıslak saçlarının kıyısından geçerek omuzuna dokundu. Kadın aniden ayaklandı. Elin sahibi olan adamın yüzünü el yordamı ile aradı. Karanlığın içinden gelen bu yüze dokunmak, kadın için yeni bir resme başlamak gibiydi. Adamın pürüzsüz yüzünde elinin takıldığı her çizgi ve dokunduğu her ayrıntı resmi bitirmesine yardımcı oluyordu. Resmi çizmeyi bitirdiğinde adamın yüzü, kadının beynindeki televizyon ekranına düştü. Ellerini henüz çekmediği yüzünde, meydana gelen kasılma ile, adamın yüz ifadesine bir de tebessüm eklemek zorunda kaldı kadın. Samimi gelen yüz, bir o kadar da yabancı duruyordu kadına.

     ''Siz de kimsiniz?'' diye sordu kadın burnunu çeke çeke.

     ''Korkmayın! Öyle hızlı koşuyordunuz ki; merak ettim. Sonra gözyaşlarınızı takip etmeye başlayınca burada buldum. Neyiniz var?''

     ''Babam öldü.''

     ''Benimki de öldü. Bütün babalar bir gün ölür.''

     ''Öyle değil! Babam benim için öldü; başkaları için ise hala hayatta. Kalbimde öldürdüm onu.''

     ''Belli. Gerçekte de ölseydi, ancak bu kadar acı çekerdiniz sanırım. Acınız karanlıkta bile çok güçlü. Fakat, bir gün gerçekten öldüğünde aynı acıyı bir kere daha çekmeye dayanabilecek misiniz?''

     ''Öyle bir acı çekmeyeceğim. Çünkü, ben ondan önce öleceğim.''

     ''Herkes hala hayatta iken, bu kadar çok ölümden bahsetmek hiç doğru değil. Size bir teklifte bulunabilir miyim?''

     ''Nedir o teklif?''

     ''Sizi bu karanlıktan çıkarmak istiyorum ve eğer göz yaşlarınızın olduğu şu yolu takip edersek ileride bir hayli aydınlık bir bank var. Siz yanından geçerken fark etmediniz her halde. Hemen yanı başında da ufak bir seyyar çay ocağı. Birlikte çay içelim. Olup biteni konuşalım. Ne dersiniz?''

     ''Faydası olmaz. Kararım kesin.''

     ''Kararınızı değiştirmek istemiyorum. Sadece çay içelim diyorum.''

     Kadın emin olmak için adamın yüzünü bir kere daha yokladı. İfadesi samimi gelen bu adamla bir çay içebileceğine karar verdi.

     ''Olur.'' Dedi ve ekledi ''Şu bank, dediğiniz kadar aydınlık mı gerçekten?''

     ''Göz kamaştıracak kadar. Ay, yıldızlar, sokak lambası, seyyar çay ocağının ışıkları... Bir görseniz sanki hepsi o bankı aydınlatmak için bir biri ile yarışıyorlar. Gözlerinizle görünce bana hak vereceksiniz.''

     Kadının son gözyaşı çıplak ayaklarına düştü. Hafif bir tebessüm belirdi yüzünde.

     ''Haydi gidelim o halde.'' dedi

     Zaman tekrar hızlandı. Kadın içinde bulunduğu karanlıktan bir adımda çıktı. Adama döndü.

     ''Fark etmişsinizdir sanırım; sizin bahsettiğiniz bankın aydınlığının benim için hala karanlık olduğunu. Manzaranın tadını çıkaramayacağım ne yazık ki; bu yüzden umarım çay güzeldir.''

     Adam el yordamı ile kadının yüzünü yokladı. Adamının zihnindeki televizyona kadının mahçup gülümsemesinin yansıması düştü. Adam gülümsemeden edemedi. Bunun üzerine kadının elleri de adamın yüzünde dolaşmaya başladı tekrar. İkisinin elleri de bir birlerinin yüzlerinde özgürce dolaşıyordu. İstedikleri her kuytuya dokunmakta özgürdüler. Bu hakkı bir birlerinden alıyorlardı. Kadın, adamın halini anlayınca o da gülümsemeden edemedi. Kendisi gibi kör olan bu adamın az önce aydınlıkla ilgili bahsettiği şeyleri düşününce daha çok gülümsedi. Adam sessizliği bozdu.

     ''Bu arada o seyyar çay ocağının farları yanmıyor olabilir'' dedi adam.

     ''Havada biraz kapalı gibi sanki. Ay, yıldızlarını da alıp gitmiş olmasın sakın.'' Kadın bunu söylerken elleri adamın yanağında nazikçe dolaşıyordu.

     ''Millet de belediyeden bu ara biraz şikayetçiymiş. Uzun zamandır sokak lambalarının bakımları yapılmıyormuş sanırım.'' Adam da kadının yüzünde dolaşırken rahat edeceği bir yer bulmuş olacaktı ki, yanağında durdu.

     Kadın, babasını düşündü. Sonra adamın yüzüne bakıp ekledi.

     ''Neyse ki çayın güzel olduğundan eminiz.''

     ''Evet. Eminiz.''
   

   

   

   

   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder