NIETZSCHE AĞLADIĞINDA BEN GÜLÜYORDUM








2 Kasım 2015 Pazartesi

SENDEN NEFRET EDİYORUM

     Sadece birkaç gün önce kadınların gurursuzluğunun en az erkeklerde olduğu gibi ayaklar altına alınabileceğine şahit olmuştum. Bana bunu gösteren kadın ile caddede yan yana geldiğimizde kalbinin oldukça kırık olduğu anlamıştım. Paramparça edilmişti. Umutsuzluğu ise, en derinlerde acı çekmesine sebep sessiz çığlıklardan ziyade, akşam üstü trafiğinin gürültüsünü bastıracak türden dışa vurduğu yardım çığlıklarına dönüşmüştü. Caddenin üzerinde tüm gücüyle bağırıyordu: ''Senden nefret ediyorum.''

     Bahanesi yoktu. Acısını bastıracak teselliler aramıyordu. Hakikatten çalmıyor, yalan söylemiyordu. Bir cümleye sığdırdığı yaşanmışlığı tüm samimiyetiyle evrene haykırıyordu: ''Senden nefret ediyorum.''

     Böyle işte. Böyle...

     Kandırılarak oyuncağı elinden alınmış bir çocuk gibi çaresizce haykırıyordu. Kadının umutsuzluğu onun en savunmasız haline gelmesine sebep bir canavardı sanki. Öyle ki, sokaktan geçen bir adamın ''Biraz edep yahu,'' deyişi ile ansızın yere çöktü. Adeta yer çöktü, ben çöktüm...

     Nefretin tayin ettiği mutsuzluk bu kadar bulaşıcı olabilir miydi sahi? Madem öyle nefreti kim bulmuştu? Bugün bu cadde de doğmadığı kesindi.

     Neyse, ne diyordum. Kadın, gurursuzdu. Gururunu elinden alan adam ile bir telefon görüşmesi yaptı. Az önce nefret ettiği adama bu defa yalvarmaya başlamıştı: ''N'olur söyle, neredeysen oraya geleyim. Bırakma beni, n'olur bırakma.''

     Adam telefonu kadının yüzüne kapatalı yalnızca bir kaç saniye olmuştu ki, kadın yeniden bağırdı: ''Senden nefret ediyorum.''

     Bu kez yanına gitmek istedim. ''Sevme diyecektim bu kadar çok, sevme.'' Yalnız onu değil, hiç bir şeyi bu kadar çok sevmesini gerektirecek bir sebep yoktu. Birini ya da koca bir ırkı sevmeme isteği kimilerine göre hastalıklı bir düşünceden ibarette olsa, birini pekala sebepsiz yere sevmeyebilmeliydi insan.

     Bir keresinde eski kız arkadaşıma bir demet gül almıştım. ''Ben gül sevmem,'' diye karşılamıştı bu sürprizi. O an bir insanın gülü sevmemesi için nasıl bir sebebi olabilirdi ki diye geçirdim aklımdan. O zaman bir şeyi sevmemek için illa bir sebep olması gerekmediğini anladım. Sevmemek de en az sevmek kadar doğal bir haktı.

     Yine de sevmemek hakkımızı çok sık kullanmamalıydık. Tuhaf bir karmaşanın içine sürükleyen bir tercihti çünkü bu. Örneğin, birini çok severseniz ondan nefret edebiliyordunuz fakat onu sevmezseniz de ondan nefret edebilirdiniz. Bu bir çelişkiydi. Kadının aklındaki çelişkiydi. Sevdiği için nefret ediyordu bu adamdan, ama sevmese yine nefret edebilecekti. Bu yüzden en iyisinin bulaşmamak olduğuna karar verdim. Kalabalığı yararak kadının etrafında oluşan çemberin dışına attım kendimi. Sonra eve gidip, uzun süredir nefret ettiğim dereotu ile barışıp, onu yemeye karar verdim.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder