NIETZSCHE AĞLADIĞINDA BEN GÜLÜYORDUM








27 Temmuz 2014 Pazar

LEVLA

        Ekmeğini bölüştüğü sandığın tam üzerindeydi turkuaz gökyüzü. Kafasını yukarı kaldırdı ve bir süre gökyüzünün turkuaz serinliğine daldırdı ruhunu. Geri geldiğinde verdiği ekmeği kemiren yabancıya baktı.

     ''Sen buradasın diye mi gökyüzü böyle?'' diye sordu İskender.

     ''Muhtemelen.'' diye cevapladı yabancı.

     ''Senin çalışma tarzını anlamaya çalışıyorum. Bir huzur var içimde ama öte taraftan diken üzerinde oturuyor gibiyim. Çok güzel duygular uyandırıyorsun ama korkmadan da edemiyorum. Bir yanım Habil'in merhameti ile doluyor, diğer tarafım Kabil kadar pişman.''

     ''Genelde öyle şeyler hissettiklerini söylerler.'' dedi yabancı.

     Bir süre bir şey konuşmadan bir birlerine baktılar. Temiz kalan son hatıralarını çıkarmıştı satılığa. Elem acılar içerisinde tutuşturdu çocukluk hatıralarını Şeytan'ın eline. Şeytan elindeki ekmekten ufak bir parça daha ısırdıktan sonra sakin tavrını koruyarak adama doğru eğildi.

     ''Altı yıl, altı ay, ve altı gün sonra tam bugün yaptığımız anlaşmanın karşılığını almak için geleceğim. Unutmazsan sevinirim. Genelde unuturlar çünkü.''

     ''Kesinlikle unutmam. Söz veriyorum sana. Teşekkür ederim sana borcumu nasıl ödeyeceğimi bilmiyorum.''

     ''Zamanı gelince biliyor olacaksın. Ve bugün teşekkür ettiğin için pişman olacaksın. Genelde pişman olurlar çünkü.'' dedi ve tiz bir çığlık duyuldu. Çığlık çok kuvvetliydi. Adam dayanamadı ve kulaklarını kapatarak, kafasını bacaklarının arasına sıkıştırdı. Çığlık kesildiğinde, temkinli bir şekilde kafasını kaldırdı. Şeytan gitmişti. Yalnızca aya doğru uçan, geceden daha koyu bir karga vardı görüş alanında. İçini bir karartı kapladı. Daha fazla orada durmanın bir anlamı olmadığını düşündü ve kalkıp eve doğru yol aldı.

                                                                                 *  *  *

     ''Bu gece bizim. Anlıyor musun? Yalnızca bizim.'' Diye haykırdı İskender. Çığlıkları tıpkı bir kurdunki gibi, sessiz geceyi yararak dört bir yana savruluyorlardı. İskender güçlüydü, ama bu gece güçlü olmak istemiyordu. Bu gece yalnızca bağıra bağıra haykırmak ve haykıra haykıra ağlamak istiyordu. Derken bir çığlık daha fırlattı üzerinde durduğu kayalıklardan, yalnızca yıldızların aydınlattığı geceye.

     ''Bu gece bizim. Sonrakiler değil. Yalnızca bu gece. Anlıyor musun?'' dedi ve aniden sessizleşti. Çığlıkların yerini geceden daha koyu, merhametten en az başının üzerinde duran yıldızlar kadar uzak bir fısıltıya bıraktı. ''Bu gece her şey bitecek.''

     Sıtmalı geceye usulca arkasını döndü. İskender şimdi karşısında diz çökmüş bir halde olan düşmanına bakıyordu. Hayatını çalan kardeşine bakıyordu. Merhamet yoktu gözlerinde. Üç nefes aldı ve üç nefes bıraktı. Kardeşine yaklaştı. Usulca iki metreyi aşkın bedenini dizlerinin üzerinde yere bıraktı. Kardeşiyle bakışlarının buluştuğu yerde acılarını dizginlemeyi bırakıp, içine akıttığı yaşlardan bir tanesinin yanağından süzülmesine izin verdi.

     Yasin'in bakışları, abisinin nefretin sinsi bir akbaba gibi tünediği bakışlarına değince soluk alıp verişi yavaşladı ve usulca,

     ''Abi, bende çok sevdim.'' dedi.

     Bu cevap İskenderin, gözlerinden bir damla daha yaşın süzülmesinden başka bir şeye yaramamıştı. Oysa, Ondan vazgeçtiğini duymayı o kadar çok isterdi ki.

     İskender bakışlarını temkinli bir şekilde kardeşinin üzerinden çekip, arkasında duran kurumuş bir meşe ağacının cılız dallarından birine tünemiş olan kargaya baktı. Karga, kanatlarını iki yana açıp kafasını hafifçe öne eğdi; acele etmesinin gerektiğini söyler gibi. Tam da o sırada yıldızların ışığı eşliğinde üzerilerine bir gölge çöktü ve tepelerinde beliren turkuaz bir buluttan sağanak şeklinde yağan yağmur üzerinde durdukları tepenin zirvesini dövmeye başladı. İskender sağ eliyle kardeşinin ensesini usulca kavradı ve kendi alnını kardeşinin alnına dayadı. Bir süre o halde iç geçirdikten sonra,

     ''Bu nasıl bir yara küçük kardeşim?'' dedi.

     Sonra içindeki öfke tekrar gün yüzüne çıktı. İskender ani bir şekilde ayağa kalktığında, heybetli cüssesinin, gölgesi kardeşinin üzerini kapladı. hızlıca yandaki bir ağaca dayalı küreğe uzattı elini ve sıkıca kavradığı kürek ile Yasin'in mezarını kazmaya başladı. İskender yağan yağmurun altında mezarı hızlıca kazarken, kendisini bitirecek olan öfkeyi tüketmeye çalışıyordu. Öfkesini yağmurun etkisiyle yumuşamış olan toprağa kusuyordu adeta.

     O sırada Yasin, abisinin gözlerinde gördüğü yabancıyı düşünüyordu. O kişi her kimse çocukluğunda ona kol kanat geren, her düştüğünde onu, düştüğü yerden kaldıran ve yaralarını şevkatle saran abisine hiç benzemiyordu. Sonunun geldiğini anlamıştı. Kızmıyordu abisine. Nasıl kıza bilirdi ki? Sonuçta o, onun büyük abisiydi. Çocukluğunun kahramanıydı.

     Ölümle olan randevusuna az bir zaman kaldığını kabullenip, son anlarını iyi geçirmek için, sevdiği kadınla, Levla'yla olan anılarını bir bir geçirmeye başladı aklından. Yağan yağmuru, bileklerini kesen ipi, kulağına çalınan kürek seslerini, abisinin öfkesini her şeyi unutmuştu o an. Sadece Levla ve kendisi vardı. Bunun kendileri için bir son olmadığını biliyordu. Levla'nın da bu dünyadaki yaşamı son bulduğunda, tekrar vuslatı tadacaklardı. Kendi ızdıraplı sonunun kefareti olarak Allah'a Levla için güzel ve acısız bir ölüm bahşetmesi için dua etmeye başladı.

     Yasin'in yüzündeki gülümsemeyi fark eden İskender, kazma işini yavaşlattı ve daldaki kargaya bir bakış attıktan sonra konuşmaya başladı.

     ''Yıllar önce onunla bir anlaşma yaptık.''

     Yasin sadece abisi ve kendisinden başka kimsenin olmadığına emin olduğu çevresine şüphe ile baktı. Kimden bahsettiğini anlayamamıştı. Yine de abisinin lafını kesmemek için bir şey söylemedi. Yıllarca abisine karşı bir kere bile saygısızlık yapmamıştı. İskender devam etti.

     ''Levla ile kavuşmamız için benden küçücük bir iyilik yapmamı istedi. Altı yıl boyunca çok güzel anıları paylaştık. Altı yıl sonra, aniden Levla artık beni sevmediğini söyledi. Çılgına döndüm. Ne yapacağımı bilemedim. Her şeyden uzaklaşmaya karar verdim. Çok uzaklara gittim. İçimden söküp atarım sandım. Zaman koydum araya, mesafeleri tren vagonları gibi dizdim. Ama olmadı. Çok sevdim onu. Anlıyor musun? Beceremeyince dönmeye karar verdim. Sonra... sonra sizi gördüm. Öyle el ele, göz göze anlarsınya. Bilemedim ne yapacağımı. Sen benim küçük kardeşimdi çünkü. Mutlu olmayı hak ediyordun. Ama sen şu kokuşmuş dünyada başka birini bulamadın sevecek. O gün bilmeden kalbime sapladığınız bıçağın binlercesiyle birlikte tekrar ona gittim. Başka çarem kalmamıştı.'' Bunu söylerken tepelerindeki turkuaz renkteki buluta baktı. Göz yaşlarını silmesi gerekmiyordu. Yağmur o işi hallediyordu. ''Şimdi yeni bir anlaşma yaptık. Ömür boyu Levla'nın beni seveceği anlaşmanın gereği olarak senin kalan ömrün. Beni affet küçük kardeşim. Ben onu çok sevdim.''

     İskender küreği yan tarafa savurup, bir süredir kazdığı mezardan bir hamlede sıçrayarak çıktı. Belindeki silahı çekip, soğuk namluyu kardeşinin ensesine dayadı. Yasin, gözlerini yumdu. Hala Levla için dua ediyordu. İskender göz yaşları içerisinde elini tetiğe yerleştirdi. O anda meşe ağacının dalındaki karga tekrar kanatlarını iki yana açtı ve artık bu işi bitirmesi gerektiğini işaret etti. Yasin, ölümden korkmuyordu ama Levla'yı, bir daha göremeyecek olma fikri zihnine binlerce cam kırığı gibi saplanıyordu. Düşüncelerini Levla'dan uzaklaştırmak için,

     ''Abi!'' dedi. İskender, kardeşinin yumuşak ses tonuyla irkildi. ''Beni seviyor musun?'' diye sordu.

     ''Tabi ki seviyorum. Sen benim küçük kardeşimsin'' diye yanıtladı İskender.

     Kardeşi bu cevabı duyunca içi rahatlamış bir şekilde devam etti konuşmasına,

     ''Seni affediyorum öyleyse. Çünkü sen de benim büyük abimsin.'' Gözlerini daha sıkı yumdu. İçinden de,''Beni affet Levla'' dedi.

     Ve aniden korkunç bir patlama sesi geldi akabinde. Gecenin sessizliği, ateş alan silahın sesi ile inledi. Yasin'nin cansız bedeni, yağmurun dövdüğü çamura düştü. Korkuç bir çığlık kopuverdi meşe ağacının oradan. Kurumuş meşe ağacının zayıf dalına tünemiş karga havalandı. İskender, kulaklarını elleriyle kapayarak, koca cüssesini artık taşıyamayan dizlerinin üzerine çöktü. Bütün gücüyle boşluğa haykırdı. Hava silahın sesiyle uğuldarken, karganın çıkardığı tiz çığlık ile, İskender'in feryadı, geceyi adeta mahşer yerine çevirmişti. Ve her şey aniden olup, bitmişti.

     Karganın çekip gitmesiyle, turkuaz bulutta çekilmişti. Hava tekrar yazdan kalma bir gün gibi lekesizdi. İskender, kardeşinin kafasını dizlerine çekti. İstediği olmuştu ve sonunda sevdiği kadınla bir ömür beraber olmaları için hiç bir engel kalmamıştı ortada. İskender'in göz yaşları, yanaklarından süzülerek kardeşinin üzerine yağıyordu. Gözlerini, elleriyle kaparken, her şeyin bittiği yerde, zamanında ekmeğini bölüştüğü, ama sevdasını bölüşemediği kardeşinin yüzüne bakarken, o gün şeytanın söylediği sözler geldi aklına.

     ''... Ve bugün teşekkür ettiğin için pişman olacaksın'' demişti şeytan ve haklı çıkmıştı. İskender kalbi pişmanlıkla dolmuşken son kez kardeşinin kulağına eğilerek fısıldadı. ''Ben onu çok sevdim küçük kardeşim. Anlıyor musun? Çok sevdim.''
   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder