NIETZSCHE AĞLADIĞINDA BEN GÜLÜYORDUM








23 Eylül 2015 Çarşamba

KAZA KURŞUNU


‘’Sevdin mi olum sen bu kızı gerçekten?’’

‘’Sevdim tabi abi. O nasıl laf öyle?’’ Yerde bir noktaya bakışlarını sabitlemiş, hiç kımıldamıyordu Mustafa. Avuç içlerini yavaşça bir birlerine sürtüyordu. Üzerinde oturduğu kırık tuğlanın rahatsız ediciliğine aldırış etmeden bir süre ayaklarının altından geçen karıncaları izledikten sonra kafasını kaldırıp devam etti. ‘’Bir görsen, öyle güzel bakıyor ki, sanki ömrüm boyunca bir daha kimse bana öyle bakmayacakmış gibi geliyor abi. Sonra öyle güzel gülüyor ki, o güldükçe ben nefes alıyorum. Yaşamanın ne demek olduğunu o gülünce anlıyorum. Sonra… Sonra öyle güzel ağlıyor ki bir görsen… İnsan güzel ağlar mı abi hiç! Ama o ağlıyor işte!’’

Tayfun Usta araya girdi. Şaşkınlığı yüzünden okunuyordu. ‘’Oğlum sen bu kızı nerede gördün; hem ağlıyor diyorsun hem de gülüyor?’’ diye sordu.

‘’Cenazede,’’ dedi Mustafa tek kelimeyle.

‘’Cenazede gördün?’’ diye yineledi Tayfun Usta.

‘’Evet abi. Bu arada ben şimdi cenazede âşık oldum ya, günah işlemiş sayılır mıyım?’’ diye sordu ardından.

‘’O nereden çıktı oğlum?’’

‘’İşte cenaze böyle kalabalık, herkes dua okuyor, ölü de var.’’

Tayfun Usta gülümsemesine engel olamadı. ‘’Ulan sen beni güldürdün ya, Allah’ta seni güldürsün ne diyeyim,’’ dedi. ‘’Peki kızı nasıl güldürdün cenazede?’’

 Mustafa’nın yüzünde de belirgin bir tebessüm yayılıverdi. ‘’Önce ağlıyordu. Ben farkında değilim tabi, ona bakıp gülümsüyormuşum. O da benim güldüğümü görünce gülmeye başladı. Böyle işte.’’ dedi ve ardından ekledi, ‘’Peki abi, şimdi diyorum ki, ben onu sevsem, ama öyle değil, böyle çok sevsem. O da beni sever mi?’’

‘’Sever tabi oğlum, neden sevmesin. Bence herhangi bir insanın seni sevmemesi için bir nedeninin olması çok zor. Hem senden temiz sevenini nereden bulacakmış!’’

‘’Değil mi abi? Ben onu sevsem, başka birini gözüm görmez zaten. Dünya bir yana, o bir yana anlayacağın. O beni sevsin yeter. Başka kimse sevmese de olur. Ben yarın ona her şeyi söyleyeyim o zaman.’’

‘’Nereden bulacaksın kızı bir daha!’’

‘’Her gün mezarlığa geliyor abi.’’

‘’Her gün mü? Sen nereden biliyorsun? Dur sakın söyleme! Her gün mezarlığa mı gidiyorsun oğlum sen?’’

‘’Evet abi, bunda yanlış olan ne var? Yani ben o mezarlığa zaten bir kere cenaze için gittim. Sonra hep onu görmek için gittim. Hayat bize buluşma yeri için bir mezarlığı seçmişse benim bunda ne günahım var abi?’’

‘’Yok oğlum, yok senin günahın falan yok,’’ dedi Tayfun Usta. Sitem etmiyordu. Şaşkındı yalnızca. Devam etti. ‘’Peki, ama dikkatli olacağına söz ver bana.’’

‘’Ne için dikkatli olacakmışım ki abi?’’

 ‘’Bak oğlum, hani kanayan yaraya pamuk bastırırsın da, bir süre sonra pamuk yaranın üzerine yapışır kalır ya, işte hayat bazen o pamuktur. En şefkat dolu haliyle işlerin yoluna gireceğini vaat ederken sana, yani en umutla dolu olduğun anda, bir bakarsın başka bir dert açmış başına. Ondan sonra canın acıya acıya o pamukları temizlemeye çalışırsın. O yüzden iyisi mi, sen sen ol, dikkatli ol. Bir şey olacak demiyorum ama yine de dikkatli ol. Sen şimdi böyle temizsin ya, safsın hani… İşte bu yüzden en çok seni üzer bu hayat. Hem de öyle bir üzer ki, aldığın üç kuruşluk nefesi zehir eder. Yediğin iki lokma da diziliverir boğazına. Elinde olsa şuracıkta duracak kalbin, sen sırf bu eziyeti çekesin diye yüz yıl atar.’’ Başka bir şey söylemek için yeniden hareketleneceği sırada araya girdi Mustafa,

‘’Yeter abi! Deme öyle şeyler. Hiçbir şey olmayacak bak göreceksin. O hele bir evet desin. Her şey çok güzel olacak. Böyle filmlerdeki gibi aynı.’’

***

Bir hafta sonra Tayfun Usta mezarlığa gitti. Dünyanın en hüzünlü bir haftasıydı. Umudu pek güçlü olmasa da, sezgileri kızı orada bulacağını söylüyordu. Haklı çıkmıştı. Aynı Mustafa’nın tarif ettiği gibi tam karşısında duruyordu. Ona doğru yürümeye başladı. Yanına geldiğinde kısa bir süre bakışları anlamsızca bir birlerini yokladı. Sonunda sessizliği bozan taraf kız oldu ve ‘’Siz de kimsiniz?’’ dedi.

‘’Ben Mustafa’nın bir arkadaşıyım.’’ dedikten sonra bir süre bekledi, fakat kız beklediği türden bir tepki vermedi.

            ‘’Mustafa da kim?’’

            Tayfun usta elini alnının üzerinde gezdirdikten sonra yüzünden aşağı doru yavaşça kaydırdı. ‘’Kızım buraya sen yaşlarda bir çocuk geliyordu bundan bir hafta öncesine kadar. Her gün üstelik. Hiç öyle birini görmedin mi burada?’’

            Kız, az önce vermesi gereken tepkiyi daha yeni veriyordu. Heyecan ile, ‘’Söyleyin lütfen, yoksa ona bir şey mi oldu? Neden kendisi gelmedi?’’ diye sordu.

            ‘’Her şeyi anlatacağım ama önce bilmem gereken bir şey var.’’dedikten sonra kızın bir şey söylemesini beklemeden ekledi, ‘’Sen buraya her gün neden geliyorsun?’’

            Bir süre cevap vermeden öylece adamın ayakuçlarına baktı. Sonunda kafasını kaldırıp anlatmaya başladı, ‘’İki hafta önce burada bir cenaze vardı. Adamın biri ölmüş. Ben tanımıyorum ama çok zenginmiş. Para verdiler; gelip cenazede bir saat durup, ağlayacaksınız dediler. Hepsi o kadar. Sonra o çocuğu gördüm. Bana bakıp, gülümsüyordu. Tutamadım kendimi bende gülümsedim. Neden bilmiyorum ama sanki hayatım boyunca bir daha kimse bana öyle içten gülümsemeyecekmiş gibi geldi. Bu yüzden ertesi gün bir daha geldim. Onun da geleceğine dair içimde bir his vardı. Geldi de. Sonra işte, her gün buraya gelip onu bekledim; yanıma gelir diye. Gelir de bir insanın öyle içten gülümsemesinin nasıl mümkün olabileceğini anlatır diye. Ama o hep şu büyük aile mezarlığının arkasında saklanıyordu. Bir türlü oradan çıkıp gelmedi. Tam ben gidecektim ona ki, sonra zaten bir daha da gelmedi.’’ Kız bu son cümleyi söylerken üzüntü içerisinde yeniden adamın ayakuçlarına yöneltti bakışlarını.

            ‘’Yani, sen buraya bir kere cenaze için geldin, sonra hep onun için geldin öyle mi?’’ dedi Tayfun Usta ardından.

            ‘’Evet.’’

            Yine elini alına götürdü. Bu kez ardından gözlerini birkaç kez ovuşturdu ve iç geçirdikten sonra elinde tuttuğu gazeteyi kızın eline tutuşturdu. ‘’Üçüncü sayfayı aç,’’ dedi kedere boğulmuş bir ses tonuyla.

            Sayfayı çevirirken başlamıştı ağlamaya daha. Fotoğrafı görünce hemen tanıdı Mustafa’yı ve hızlıca üzerinde yazan başlığı okudu. ‘’KAZA KURŞUNU’’ diyordu. Devam etti gözbebekleri titreye titreye, ‘’ Bakkala ekmek almaya diye çıkan genç M.Y. Polisin bir takım eylemcileri durdurmak için havaya açtığı uyarı atışı sonucu yere düşen merminin başına isabet etmesi ile feci şekilde can verdi…’’ diyordu gazete haberinde. Devamını getiremedi.

            ‘’Evden ekmek almaya gidiyorum diye çıkmış,’’ dedi Tayfun Usta. Kelimeler zor çıkıyordu boğazından. Sarıldı ardından kıza. Eğildi kulağına. Kıstı sesini, ‘’Ama o sana geliyordu.’’



            

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder