‘’Sevdin
mi olum sen bu kızı gerçekten?’’
‘’Sevdim
tabi abi. O nasıl laf öyle?’’ Yerde bir noktaya bakışlarını sabitlemiş, hiç
kımıldamıyordu Mustafa. Avuç içlerini yavaşça bir birlerine sürtüyordu.
Üzerinde oturduğu kırık tuğlanın rahatsız ediciliğine aldırış etmeden bir süre ayaklarının
altından geçen karıncaları izledikten sonra kafasını kaldırıp devam etti. ‘’Bir
görsen, öyle güzel bakıyor ki, sanki ömrüm boyunca bir daha kimse bana öyle
bakmayacakmış gibi geliyor abi. Sonra öyle güzel gülüyor ki, o güldükçe ben
nefes alıyorum. Yaşamanın ne demek olduğunu o gülünce anlıyorum. Sonra… Sonra
öyle güzel ağlıyor ki bir görsen… İnsan güzel ağlar mı abi hiç! Ama o ağlıyor
işte!’’
Tayfun
Usta araya girdi. Şaşkınlığı yüzünden okunuyordu. ‘’Oğlum sen bu kızı nerede
gördün; hem ağlıyor diyorsun hem de gülüyor?’’ diye sordu.
‘’Cenazede,’’
dedi Mustafa tek kelimeyle.
‘’Cenazede
gördün?’’ diye yineledi Tayfun Usta.
‘’Evet
abi. Bu arada ben şimdi cenazede âşık oldum ya, günah işlemiş sayılır mıyım?’’
diye sordu ardından.
‘’O
nereden çıktı oğlum?’’
‘’İşte
cenaze böyle kalabalık, herkes dua okuyor, ölü de var.’’
Tayfun
Usta gülümsemesine engel olamadı. ‘’Ulan sen beni güldürdün ya, Allah’ta seni
güldürsün ne diyeyim,’’ dedi. ‘’Peki kızı nasıl güldürdün cenazede?’’
Mustafa’nın yüzünde de belirgin bir tebessüm
yayılıverdi. ‘’Önce ağlıyordu. Ben farkında değilim tabi, ona bakıp
gülümsüyormuşum. O da benim güldüğümü görünce gülmeye başladı. Böyle işte.’’ dedi
ve ardından ekledi, ‘’Peki abi, şimdi diyorum ki, ben onu sevsem, ama öyle
değil, böyle çok sevsem. O da beni sever mi?’’
‘’Sever
tabi oğlum, neden sevmesin. Bence herhangi bir insanın seni sevmemesi için bir
nedeninin olması çok zor. Hem senden temiz sevenini nereden bulacakmış!’’
‘’Değil
mi abi? Ben onu sevsem, başka birini gözüm görmez zaten. Dünya bir yana, o bir
yana anlayacağın. O beni sevsin yeter. Başka kimse sevmese de olur. Ben yarın
ona her şeyi söyleyeyim o zaman.’’
‘’Nereden
bulacaksın kızı bir daha!’’
‘’Her
gün mezarlığa geliyor abi.’’
‘’Her
gün mü? Sen nereden biliyorsun? Dur sakın söyleme! Her gün mezarlığa mı
gidiyorsun oğlum sen?’’
‘’Evet
abi, bunda yanlış olan ne var? Yani ben o mezarlığa zaten bir kere cenaze için
gittim. Sonra hep onu görmek için gittim. Hayat bize buluşma yeri için bir
mezarlığı seçmişse benim bunda ne günahım var abi?’’
‘’Yok
oğlum, yok senin günahın falan yok,’’ dedi Tayfun Usta. Sitem etmiyordu.
Şaşkındı yalnızca. Devam etti. ‘’Peki, ama dikkatli olacağına söz ver bana.’’
‘’Ne
için dikkatli olacakmışım ki abi?’’
‘’Bak oğlum, hani kanayan yaraya pamuk bastırırsın da, bir süre sonra pamuk
yaranın üzerine yapışır kalır ya, işte hayat bazen o pamuktur. En şefkat dolu
haliyle işlerin yoluna gireceğini vaat ederken sana, yani en umutla dolu
olduğun anda, bir bakarsın başka bir dert açmış başına. Ondan sonra canın acıya
acıya o pamukları temizlemeye çalışırsın. O yüzden iyisi mi, sen sen ol,
dikkatli ol. Bir şey olacak demiyorum ama yine de dikkatli ol. Sen şimdi böyle
temizsin ya, safsın hani… İşte bu yüzden en çok seni üzer bu hayat. Hem de öyle
bir üzer ki, aldığın üç kuruşluk nefesi zehir eder. Yediğin iki lokma da
diziliverir boğazına. Elinde olsa şuracıkta duracak kalbin, sen sırf bu eziyeti
çekesin diye yüz yıl atar.’’ Başka bir şey söylemek için yeniden
hareketleneceği sırada araya girdi Mustafa,
‘’Yeter abi! Deme öyle şeyler. Hiçbir şey
olmayacak bak göreceksin. O hele bir evet desin. Her şey çok güzel olacak.
Böyle filmlerdeki gibi aynı.’’
***
Bir hafta sonra Tayfun Usta mezarlığa gitti.
Dünyanın en hüzünlü bir haftasıydı. Umudu pek güçlü olmasa da, sezgileri kızı
orada bulacağını söylüyordu. Haklı çıkmıştı. Aynı Mustafa’nın tarif ettiği gibi
tam karşısında duruyordu. Ona doğru yürümeye başladı. Yanına geldiğinde kısa
bir süre bakışları anlamsızca bir birlerini yokladı. Sonunda sessizliği bozan
taraf kız oldu ve ‘’Siz de kimsiniz?’’ dedi.
‘’Ben Mustafa’nın bir arkadaşıyım.’’ dedikten
sonra bir süre bekledi, fakat kız beklediği türden bir tepki vermedi.
‘’Mustafa
da kim?’’
Tayfun
usta elini alnının üzerinde gezdirdikten sonra yüzünden aşağı doru yavaşça
kaydırdı. ‘’Kızım buraya sen yaşlarda bir çocuk geliyordu bundan bir hafta
öncesine kadar. Her gün üstelik. Hiç öyle birini görmedin mi burada?’’
Kız,
az önce vermesi gereken tepkiyi daha yeni veriyordu. Heyecan ile, ‘’Söyleyin
lütfen, yoksa ona bir şey mi oldu? Neden kendisi gelmedi?’’ diye sordu.
‘’Her
şeyi anlatacağım ama önce bilmem gereken bir şey var.’’dedikten sonra kızın bir
şey söylemesini beklemeden ekledi, ‘’Sen buraya her gün neden geliyorsun?’’
Bir
süre cevap vermeden öylece adamın ayakuçlarına baktı. Sonunda kafasını kaldırıp
anlatmaya başladı, ‘’İki hafta önce burada bir cenaze vardı. Adamın biri ölmüş.
Ben tanımıyorum ama çok zenginmiş. Para verdiler; gelip cenazede bir saat
durup, ağlayacaksınız dediler. Hepsi o kadar. Sonra o çocuğu gördüm. Bana
bakıp, gülümsüyordu. Tutamadım kendimi bende gülümsedim. Neden bilmiyorum ama
sanki hayatım boyunca bir daha kimse bana öyle içten gülümsemeyecekmiş gibi
geldi. Bu yüzden ertesi gün bir daha geldim. Onun da geleceğine dair içimde bir
his vardı. Geldi de. Sonra işte, her gün buraya gelip onu bekledim; yanıma
gelir diye. Gelir de bir insanın öyle içten gülümsemesinin nasıl mümkün
olabileceğini anlatır diye. Ama o hep şu büyük aile mezarlığının arkasında
saklanıyordu. Bir türlü oradan çıkıp gelmedi. Tam ben gidecektim ona ki, sonra
zaten bir daha da gelmedi.’’ Kız bu son cümleyi söylerken üzüntü içerisinde yeniden
adamın ayakuçlarına yöneltti bakışlarını.
‘’Yani,
sen buraya bir kere cenaze için geldin, sonra hep onun için geldin öyle mi?’’
dedi Tayfun Usta ardından.
‘’Evet.’’
Yine
elini alına götürdü. Bu kez ardından gözlerini birkaç kez ovuşturdu ve iç
geçirdikten sonra elinde tuttuğu gazeteyi kızın eline tutuşturdu. ‘’Üçüncü
sayfayı aç,’’ dedi kedere boğulmuş bir ses tonuyla.
Sayfayı
çevirirken başlamıştı ağlamaya daha. Fotoğrafı görünce hemen tanıdı Mustafa’yı
ve hızlıca üzerinde yazan başlığı okudu. ‘’KAZA KURŞUNU’’ diyordu. Devam etti
gözbebekleri titreye titreye, ‘’ Bakkala ekmek almaya diye çıkan genç M.Y.
Polisin bir takım eylemcileri durdurmak için havaya açtığı uyarı atışı sonucu
yere düşen merminin başına isabet etmesi ile feci şekilde can verdi…’’ diyordu
gazete haberinde. Devamını getiremedi.
‘’Evden
ekmek almaya gidiyorum diye çıkmış,’’ dedi Tayfun Usta. Kelimeler zor çıkıyordu
boğazından. Sarıldı ardından kıza. Eğildi kulağına. Kıstı sesini, ‘’Ama o sana geliyordu.’’
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder