NIETZSCHE AĞLADIĞINDA BEN GÜLÜYORDUM








13 Eylül 2015 Pazar

O GÜN EYLÜL'DÜ

     Anam beni bir çınarın altına bıraktığından bu yana bazıları hiç bitmeyecekmiş gibi uzun gecelerle dolu yirmi kısa yıl geçti. 26 yaşıma kadar ''Topalın oğlu'' yakıştırmasını küfür zannederdim. Aynı yıl babamı kaybedince anladım öyle olmadığını. Ölmeden ölünür müydü? Ölünüyordu. Üstelik göz yaşları da veda etmeden ayrılıyordu.

***

     Neredeyse herşeyin kusursuz olduğu bir yıldı. O zaman güz kondurmadığımız yapraklar dökülmeye başlamadan önce seksist kış şarkıları söylerdi kalbimiz. Ayrılıktan önceki her hangi bir zaman dilimine denk gelen bir kaç ömür eskitmiştik yolunda çok muydu? Değildi! Bu yüzden evlendik.

***

     Neredeyse herşeyin kusurlu olduğu bir akşam da ise karım acıkmış, oturduğu köşe takımının üzerinden gurulduyordu. Önce sürpriz olsun diye yemek yapmayı denedim, sonra buz dolabı süsleri arasındaki yerini yadırgayan kebapçıyı aradım. Sarı sıcak olanlardan söyledik. Mübarek, Orhan Kemal'in Kanlı Topraklar'ından daha çok acı yüklemişti adanaya.

     Fakat o gün kebaptan da acıydı Eylül akşamı. ''Yangın var'' diye bağırdım. ''Yangın vaaaaar!'' Bir duyan, bir gören olmamıştı sesimi. Sonra öğrendim ocağımıza ateş fırında unuttuğum sürprizden düşmüştü. Karımın hatırlamadığım son sözleri ve unuttuğum çığlıklarının harladığı ateşin yaladığı yüzümde taşıdığım izden bu yana ise bakamam ben aynalara. Bu yüzden o günden sonra neye benzediğimi bilmem. Ama oğlumun ''Yanığın oğlu'' tabirini küfür zannetmesine burkulur yüreğim. Bir de ben yemek yapmayı o gece öğrendim; neden öğrendiğimi ise hiç bilmedim.

     Yani o günden beri hayat kısa ama günler çok uzun geçiyor. Her nefeste cehennemdeki ateşimi biraz daha harlıyorum artık.

     Ve bazen diyorum ki, keşke o gün oğlumu da...

     Ve bazen diyorum ki, keşke o gün...

     Ve bazen diyorum ki, keşke...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder