NIETZSCHE AĞLADIĞINDA BEN GÜLÜYORDUM








14 Eylül 2015 Pazartesi

SİYAH DARBE BEYAZ EYLÜL

           Savaşmak yerine sevişmeyi tercih ettiğimiz yıllardı. Sararan yapraklardan hesap sormaz, güz güllerini kıskandırmazdık. Ali vardı bir de. Her ne kadar tüm mevsimleri tadını çıkararak yaşamayı sevse de, en çok ta sonbaharı severdi. Serin rüzgârları, ılık yağmurları ve alacalı rengi ile bir portrede yaşıyor hissi verirdi kendisine. Bir de ilk âşık olduğu kızın, rüzgârda sallanan kırmızı kaşkolünü hiç çıkartamıyordu aklından. Kalbinin kapıları hep sonbaharda aralanırdı nedense...

           Fakat bir sonbahar sabahı diğerlerinden biraz farklıydı. Çalan sirenlerin uğultusu içinde sıçrayarak fırladı yatağından. Sevdiği sonbahar ezgileri arasında bu notaları daha önce duyduğunu hiç anımsamıyordu. Televizyonu açtı. Siyah beyaz dalgalı ekrandaki yüz, büyük gözlüklerinin ardına gizlenen keskin bakışları ile askeri darbenin gerçekleştiğini ve bu sabah saatleri itibari ile Kenan Evren'in yönetime el koyduğunu söylüyordu. Ardından uyardı, ''Lütfen evlerinizden dışarı çıkmayınız! Tekrar ediyorum, lütfen evlerinizden dışarı çıkmayınız!''

          Elindeki kahve bardağı yere düştü Ali'nin. Yıllar sonra anlatsaydı hayal meyal hatırlardı o anı. Bir 'Oh' çekmişti. Nihayet çocukluk arkadaşının kendisini vuracağı korkusu son bulmuştu. Yine de darbe, darbeydi işte. Bir tarafı hala buruktu.

          İşe gitmek için hazırlanmaya gitti. Sonra dışarı çıkamayacağını hatırladı. Alışması zaman alacak gibi görünüyordu bu duruma. Derken masadaki yarı dolu bardağın içindeki suyun titrediğini fark etti. Avize de sallanıyordu. Tereddüt içerisinde perdeyi araladı. İlk defa sokaklarından bir tank geçiyordu. Ona göre gövde gösterisinden başka bir şey değildi bu.

          Televizyonda bütün gün yapılan baskınları ve tutuklamaların haberlerini izledi. Sanki bakışlarını çevirdiği her yerde Kenan Evren vardı.

          (35 yıl sonra küresel olarak biraz daha ısınmış bir Eylül sabahı...)

          Yıllar sonra her şey değişmişti. Ali artık cebindeki mevsimleri gelişi güzel harcıyordu. Pek fazla ömrü kalmamıştı. Kendisi gibi pek fazla ömrü kalmayan full HD televizyonundaki adama baktı. Alnındaki lekeleri görebiliyordu. Yıllar önce darbe yaparken de var mıydı acaba bu lekeler diye geçirdi aklından. O siyah beyaz yıllarda...

          Zorla doğrulmaya çalıştığı tekerlekli sandalyeden kendisine uzatılan mikrofona ''Pişman değilim,'' diyordu.


          Darbenin olduğu sabah değilde, kırmızı kaşkollü kızın asıldığı sabah haraç mezat çıkarmıştı sonbahara olan sevgisini elinden. O günden beri de her Eylül özlem duyuyordu sonbahara. Eskisi gibi sevmek istiyordu ama yapamazdı biliyordu. Çünkü son defa sonbaharda mühürlenmişti kalbi. Sevme yeteneğini elinden alan ''Pişman değilim,'' diyen adama bir kez daha baktı. Zor konuşuyor, zor nefes alıyordu. Ölümü yakındı. Ama pişman değildi. Sahi, pişmanlık kaç heceydi? Asılan kaç cana eşitti?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder