''Ormanı tedavi etmeye gideceğim. Gelmek ister misin?''
dedi Derviş suyun başındaki gence. O ana kadar dervişin oradaki varlığından
habersiz, yanında getirdiği kovaya su çekmek ile meşguldü. Hafif bir ürperti
duydu. Döndü Derviş’e. Başıyla hızlıca bir selam verdikten sonra, ''Ormanı mı
tedavi edeceksin?'' diye soruyu yineledi. Derviş, -Evet- anlamında başını
hafifçe öne doğru eğdi. Bir dervişin davetini kabul etmemezlik yapamazdı
elbette. Vakit kaybetmeden takıldı peşine.
Sıra sıra dizilmiş ağaçların yanına geldiklerinde,
ormanın tam başlangıcında durdu Derviş. Daha öncesinde hiç ağaç yoktu. Orman
sanki görünmez bir çizgi ile geldikleri yönden ayrılmıştı. Genç dikkatli bir
şekilde Derviş’i süzüyordu. Adam ise gözlerini kapadı ve kısa bir süre için
ayakta öylece bekledi. Bekledi, bekledi. Ardından ansızın ormanın
derinliklerinden bir çığlık koptu. Çığlıktan yayılan acı dolu notalar havada
serbestçe dolaşıyorlardı. Genç, panik içerisinde önce ormana sonra Derviş'e
döndü. Az öncekinden daha güçlü ve daha uzun bir çığlık, diğerinin peşinden
duyuldu. İçini bir ürperti kapladı.
Derviş açtı gözlerini. Tebessümü şaşkına dönen genci
güvenle kucakladı. ''Çığlıkları duydum mu?'' diye anlamsız bir soru sormuştu
istemeden. Derviş, yine -Evet- anlamında kafasını hafifçe öne eğdi. Su dolu
kovayı yere bıraktı. ''Sence bu çığlıklar kimden geliyor?'' diye sordu bu defa
da. Derviş derin bir iç geçirerek, ''Ağaçlar acı çekiyor,’’ dedi. ‘’Biz de bu
yüzden buradayız. Onları tedavi edeceğiz.’’ Vakit kaybetmeyerek ağaçların
arasından uzanan dar bir yola girdi. Genç bir an etrafına bakındıktan sonra o
da arkasından dar yola daldı.
Şimdi etrafları sıra sıra dizilmiş ağaçlar ve ağaçlara
dolanmış sarmaşıkların üzerinde açmış renk renk çiçeklerle doluydu. Daha önce
hiç görmediği renkleri görüyordu. İlerledikçe ağaçların arasında onları
izlemekte olan maymunları fark etti. İçeride bambaşka bir dünya vardı sanki.
Derviş'in bir karış arkasında hiç konuşmadan yola devam ediyordu. Biraz daha
ilerleyince arkalarına takılmış fareleri fark etti. Yolun yanında da yılanlar
ve adlarını bile bilmediği türden sürüngenler onları izliyordu. Derviş olup
bitene aldırış etmeden yola devam ediyordu. Bir süre sonra arkasına baktığında
farelerle birlikte, sincapların da peşlerine takıldığını fark etti. Ağaçtaki
kara bir panter ile göz göze geldiğinde korkudan çığlık atmamak için son anda
tuttu kendini. Nihayet sık ağaçlıkların arasından çıktıklarında renk renk
çiçeklerle dolu bir açıklığa geldiler. Açıklığın tam ortasında bir göl duruyordu.
Gölün ortasında bir kayık ve kayığın içinde bir çocuk uzanmış yatıyordu. Derviş
gölün başında dikildi. Üç rekat namaz kıldı. Secdeden başını kaldırdığında
kayık onlara doğru hareket etmeye başladı. Genç olup biteni sesini çıkarmadan
izliyordu. Kayığın içinde sırtüstü uzanan çocuğun sureti, kendi suretiydi. Kanı
çekildi. Dizlerinin bağlarını son anda yakaladı. Kendisi için yeni bir soru
sormanın vakti gelmişti. ''Bu nasıl mümkün olur?'' dedi sessizce. Derviş,
yüzünde kederli bir ifade ile çevirdi başını. ''Burada insan yalnızca suretten
ibarettir. Konuşmaz, tüketmez, kirletmez.'' dedi. İkisi de kayıkta uzanan
kırmızı tişörtlü, kısa pantolonlu çocuğu seyrediyorlardı. ''Ne kadar masum
olduğunu görüyor musun?'' Kendi suretinin günahsız yansımasını izlerken adeta
büyülenmiş gibiydi. Dervişe döndü, ''Peki ağaçlar neden acı çekiyorlar?'' dedi.
Soruyu sorması ile kayıkta uzanan çocuğun göğüsünün şişmesi bir oldu ve yarı
doğrularak bir çığlık attı. Genç, korku ile arkaya doğru sıçradı. Çocuğun yüzü
yeşile döndü, ardından mora ve beyaza... Kapkara kesildi sonra. Yüzü çatladı.
Döküldü. Değişti sureti. Şimdi ufak bir kız çocuğu yatıyordu önlerinde.
Genç kuşku ile Derviş’i süzdü. Aynı soruyu yeniden sormasına gerek olamadığını biliyordu. Derviş, cevap verdi. ''Bu gördüğün kız çocuğu az önce öldü.'' dedi. Ardından, açıklıktaki bir ağacın yaprakları dökülmeye başladı. Savruldular. Gövdesinden çatırtılar yükseldi. Olduğu yere devriliverdi. Toprak bir yarık açıp, çekip aldı ağacı içine. Çimlendi yarığın kapanan ağzı. Biraz daha büyüdü bulundukları açıklık. Bu defa da ağaçlardan bir çığlık yükseldi. Olup, biteni anlamaya çalışıyordu genç. Derken gölün karşısında kendi yaşlarında bir kız ve yanında başka bir dervişin kendileri gibi bir kayığı izlediklerini gördü. Şaşkınlığı arttı. Derviş, yeni sorunun ne olacağını bildiğinden cevap verdi, ''O da senin gibi kendi suretine bakıyor.'' dedi. Genç olup biteni anlamaya çabalıyordu ama her şey fazla karışıktı. Bir süre düşündü. Olduğu yere çöktü. Başını ellerinin arasına aldı. Sonunda doğruldu yavaşça ve Derviş'e bakıp, ''Yani ben de mi öldüm?'' diye sordu. Derviş nazikçe gülümsedi. ''Evet, boğuldun ve cansız bedenin karaya vurdu az önce.'' dedi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder