NIETZSCHE AĞLADIĞINDA BEN GÜLÜYORDUM








17 Ekim 2015 Cumartesi

ÖZGÜRLÜK

     Ölü bir atın yanında oynayan çocuklara dalmış, sigarasından bir nefes aldı. Arkadaşı gelip omzuna dokundu ve ''Artık gitmeliyiz'' dedi. Adam hiç tepki vermedi. Çocuklara bakmaya devam etti. Sonra olduğu yerden kımıldamadan, ''Ne kadar mutlular, değil mi? Halbuki yanı başlarında ölü bir at yatıyor. Onlarınsa umurunda değil!''  dedi. Arkadaşı düşünmeden karşılık verdi: ''Umursamamazlık değil; çünkü böyle yaşamaya alışmışlar. Haydi geç kalacağız gidelim artık.'' Adam uzaklaşırken son bir kere daha arkasına dönüp baktı ve yollarına devam ettiler.

     Bir dükkanın önünde durduklarında adam, başının yaklaşık bir metre üzerinde duran tabelaya bakıp iç geçirdi. Dükkana girdiklerinde, dükkanın sahibi olan şık giyinimli bir adam onları karşıladı. ''Buyurun nasıl yardımcı olabilirim?'' diye sordu. Adam bir şey demedi. Arkadaşı hızlıca ''iki tane satın almak istiyoruz. Güçlü olanlardan.'' dedi. Şık giyinimli dükkan sahibi kafasını hafifçe öne eğerek ''Buradan buyurun'' dedi. Adam ve arkadaşı, dükkan sahibinin peşinden aşağı kata inmişlerdi. Pek çoğu Afrika'nın çeşitli bölgelerinden getirilmiş ve kafeslerinde öylece bekleyen canlılara göz atarlarken acele etmediler. Hepsini süzdükten sonra sağlıklı görünümlü iki tanesi için pazarlık yapmaya başladılar. Adam ses çıkarmadan kafeslerdeki canlıları izliyordu. Pazarlığı arkadaşı yaptı. Uzun süren pazarlık sonucu, makul denebilecek bir fiyata iki tane sağlıklı ve zifiri karanlık tenlerinden, metal halkaların diş geçirdiği köleleri satın almayı becermişlerdi. Boyunlarına bağlı tasmalarına birer zincir geçirip, ellerine tutuşturduktan sonra, ''Hayırlı olsun'' diye müşterileri uğurladı, dükkanın sahibi ve oldukça şık giyinimli olan adam.

     Adam ve arkadaşı tam çıkarlarken, arkalarından dükkanın sahibi olan adamın sesi yükseldi. ''Durun! Evrakları unuttunuz.'' Adam sessizliğini korurken, arkadaşı cevap verdi yine. ''Ne evrakları?'' Dükkanın sahibi olan adam yüzüne kondurduğu ve yakasındaki mendille uyumlu nazik gülümsemesiyle yanıtladı, ''Satın aldığınız kölelerin Amerika'daki bir çiftlikte yetiştiklerini gösteren sertifikaları. Bunlara ihtiyacınız olacak.'' Adam tam o sırada, dayanamayarak sessizliğini bozdu, ''Benim bildiğim çiftliklerde hayvan yetiştirirler.'' Dükkan sahibi olan adam bunun üzerine kahkahayı bastı. Kahkahasında insanı rahatsız eden bir kafa sesi vardı. ''Beyefendi şunlara bir bakın, bunlar ormanda doğdular. Derme çatma kulübelerde yaşıyorlar. Çatal kaşık kullanmayı bile bilmezler. Vahşi bir hayvandan bir farkları yoktur. Hatta daha iyi bile olduklarını söyleyebilirim. Vahşi bir hayvana boğazınızı teslim edemezsiniz. Ama şu köle sizi sabaha kadar tıraş etse, şah damarınıza ufak bir çizik atmak aklına bile gelmez.'' Adam öfkesine hakim olmaya çalışarak ve gülümseyerek karşılık verdi. ''Doğru. Çünkü, vatanlarını terk etmeden önce umutlarını da terk etmişler. Belki de onlar sadece karınları doyurmak için avlanıyorlar. Bizim gibi zevk için birini öldürmenin ne demek olduğunu bilmiyorlardır.'' Dükkan sahibi olan adam bir şey demeden, yeleğinin düğmelerini zorlayan göbeğini yukarı aşağı titreştirerek kahkaha atmaya devam etti. Adam, arkadaşına baktı. Arkadaşı başını hafifçe sağ ve sola doğru bir kaç kez ağır hareketlerle oynattı. -Yapma- der gibi bakıyordu. Adam ise dükkan sahibine döndü tekrar, ''Bu köleler dilimizi konuşabiliyor ve artık bizim malımız değil mi?'' diye sordu. Dükkan sahibi ''Evet'' diye yanıtlarken hala gülümsüyordu. Adam bu kezde ''Ve ben ne istersem yaparlar değil mi?'' diye sordu. Dükkan sahibi ''Evet'' dedi bir kez daha. Adam elindeki anahtarla kölelerin kollarındaki ve bacaklarındaki prangaları açtı. Dükkan sahibine dönerek ''Usturanız var mı?'' diye sordu. Dükkan sahibinin gülen yüzü birden ciddi bir hal aldı ve adamın yüzüne dikkatlice baktı. Adam, ''Korkmayın dediğinizi deneyeceğim, bakalım şah damarı konusunda haklı mısınız?'' Dükkan sahibi ciddi ifadesini koruyarak ''Benim için problem değil.'' dedi ve çekmeceden çıkardığı usturayı uzatırken tekrar ''Emin misiniz?'' diye sordu. Adam başını hafifçe -evet- anlamında aşağı eğdikten sonra, dükkan sahibinin uzattığı usturayı eline aldı. Dükkan sahibi yan tarafta oturacağı bir sandalyeyi işaret etti. Adam sandalyeye baktıktan sonra, sahibi olduğu zencinin kulağına eğilerek fısıldadı, ''Dışarıda bekliyor olacağım, işin bitince istersen gelip, söyleyeceklerimi dinleyebilirsin ya da gitmekte serbestsin.''

     İki köle ile dükkanın sahibi olan adam odada yalnız kalmışlardı. Dükkan sahibi ne olup bittiğini anlayana kadar kapı kapanmış, adam ve arkadaşı çıkmıştı. Kapanan kapının ardından dükkan sahibi bakışlarını önce elinde ustura olmayan köleye, sonra da diğerine çevirdi. İlk defa gülümseyen bir zenci görüyordu hayatında.

     Adam, arkadaşıyla dışarıda beklerken, içeriden gelen çığlıklara aldırış etmeden bir sigara yaktı. Usul usul sigarasından çekerken, bir süre sonra dükkanın sahibi olan adamın, tıpkı gülüşündeki gibi çığlıklarındaki kafa sesi de adamı rahatsız ettiği için bir kaç adım uzaklaşmayı tercih etti. Dükkan sahibinin az önce köleler için yaptığı hayvan yakıştırması, şimdi kendi çığlıklarında can buluyordu. Arkadaşı o arada adama dönüp, ''Öylece çıkıp gidebilirdik'' dedi. Adam ciddi tavrını koruyarak, ''Gülüşü çok rahatsız ediciydi. Bunu  hak etti'' diye cevapladı. Arkadaşı, ''Yakasındaki mendile kan bulaşmamış ise onu almak istiyorum.'' diye bir espiri ile kısa muhabbetlerini, çıkmaz sokağa çıkmadan kenara çekmiş oldu.





   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder